programlar var
içine kuruyorsun açarken şifre soruyor
büyük ihtimalle portable apps sitesinde vardır böyle program

Windowsta default gelen bi uygulama vardı ama 2tb'ı şifrelemeyi kalktım 2.günde yarım bıraktım uzun sürer

Şifreleme hakkında kısıtlı bilgi ile bilgi vereyim.

Normal şartlarda "Merhaba Ben John" içeriğinde olan bir txt dosyamız olsun, buna şifre koymak ile şifrelemek farklı şeyler.
Şifrelemek onu şifreyi bilen dışında kimsenin okuyamamasını sağlar, yani sistem onu ilgili şifre yeniden yazar(kodlar -artık ne denirse) yani dosyanın yapısı değişir.
Bunu yapabilmek için işlemci gücünden yararlanır ve her görüntülemeye kalktığınızda da verdiğiniz şifre ile işlemci gücü kullanılarak dosya çözülür.

Veri boyutu artıkça iş uzar güçleşir.
Şifre unutulduğunda, kurtarma işi baya baya baya zordur, yani ben imkansız derdim de illa kurtarılıyordur ama maliyeti, alacağı zaman nedir bilmem.

Bir diğer türlü yöntem ise uygulama ile korumaktır ki illaki by pass edilebilir ama genel olarak insanların ihtiyacı olan şeydir.

Ben neden bunu yazdım peki? Çünkü olursa ilk yazdığım olaydaki gibi şifreleyip muhtemel bir veri kaybından korun diye :)

şifrelemek değil de gizli bir klasöre atmak, bu klasörü de batch ile gizleyip-açmak gibi bir yöntem var, cidden çok basit. istersen kodları yollayabilirim. ben böyle koruyorum dosyalarımı

minas kahve eminönü.

Petra

o zaman büyük ırklar domates yiyemiyor demekki. domatesler sadece hobbitlere göre boyut olarak. domuzlar da öyle. hobbitlere göre domuz gibi olduğuna göre insanlara göre domuz değil fare boyunda bir canlı olarak görünüyor olmalı.

cevabın için teşekkürler.

sadece lightning kablo diyorsanız migroslarda satılıyor ben de geçen hafta oradan aldım orjinal apple.

şişme kablodan olmaz, adaptörden olur. kablonun pek bi numarası yok. orta karar bir kablo al yeter :) adaptörü orjinal kullan.

migrostakiler olur mu zarar vermez mi? böyle bir şey olabilir mi? çünkü lütfen olsun! idareten migrostan alınmış ama kullanmadığım kablo mevcut <3

Spigen kesinlikle.

anker olur, amazonbasics olur vs. apple zaten artık sertifika veriyor zaten. mfi yazıyorsa iyidir. gerisi dayanıklılık özellikleri falan.

Kesinlikle çakma kablo almayın. Çakma kablolar bataryayı direk öldürüyor. Yaşadığım için biliyorum, bataryamı değiştirmek zorunda kaldım. O yüzden şimdi orjinal kabloya yöneldim.

Normal bir insan gece kulübü güvenliği olur mu, normal olmadıkları için sıkıntı olmuyordur herhalde.

mafya bağlantıları yok. ama var diye bir şehir efsanesi olduğundan pek kimse bulaşmayı seçmiyor. birde malum izbandut gibi adamlar. normalde de bu herifleri dövmek biraz özen istiyor, dayak yeme ihtimalin yüksek olur. bu sebepten pek bulaşılmıyor işte. ama heriflerin de arkasına sığındıkları şey şehir efsanesi :)

@Tears of Devil , ya adam içerleyip gidip bi silah alıp bunların bacağına sıksa arabaya atlayıp kaçsa yakalayamazlar da nerede bulup dövecekler

bence arkasına sığındıkları kalıpları ve kulüplerin sahipleri. kulüp açan adamlar ise haliyle mafya bağlantılı tipler oluyor.

bu güvenliklerin ise kırk yılda bir silahlı olayı oluyordur. onun dışında sarhoş dövüp kendilerine diklenenlere iki yumruk sallıyorlar işte. delinin biri sinirlenip ayaklarına sıksa yapacak bir şey yok.o da artık işin racontası . :)

bu dediginiz Ankara'da bir barda olmustu. Yanlis hatirlamiyorsam genc bir universite ogrencisi orada calisan kapida, tam da dediginiz gibi olduruldu.

Zaten oluyor. Kavga çıkıyor sonra araba ile gelip tarayıp gidiyorlar. Her sene 2-3 böyle haber çıkar zaten.

Rusya'da bir kere boks şampiyonuna bilmeden artislik yaptılar herif birine koydu yumruğu 30-40 gün komada kaldı bodyguard sonra kurtarılamadı öldü.

daha geçen bu bodyguardalar iki kişiye ayarlanıp itip kaktılar. meğerse bu itip kalktıkları adamlar da polismiş, hem de yunus ekiplerinden. bu güvenlikleri temiz bir haşlayıp rezil ettiler.

bir güvence falan yok aslında. tabii ki de ölmeyi göze alıyorlar adamların bir işi gücü yok zaten ne bekliyorsun.

Vuruyorlar zaten. Bir keresinde gece 2-3 gibi sırf geyiğine arkadaşla Taksim'de leş bir mekana girmiştik. Ortam leş gibiydi sahiden, hadi çıkak lan gülmek için bile leş dedikten 10 dakika sonra falan 2-3 el silah sesi geldi. Sonra biz çaktırmadan sırıta sırıta merdivenlere doğru çıkarken kapıdaki güvenliklerden birini insanlar kucağına almış tuvalete götürdüler. Ayağından vurulmuştu. Oluyor yani, vururlar. Genelde itici adamlar oluyor, sanki dünyayı sırtlarında taşıyorlar ve o ağırlık yapıyor.

@pinkman1 oluyor zati. @a man alone'un da dediği gibi mekan sahipleri genelde sıkıntılı tipler. çalışanların da %99'u sıkıntılı tipler aşçısından çöpçüsüne kadar ziyanlık adamlar hepsi. bu sebepten kendi kendilerine bir mafyaymış havaları oluyor. ama arkası yok işte o kadar hepsi :))) sonra dayağı ve/veya kurşunu yeyip oturuyorlar. çıkınca aynı işe kaldığı yerden devam. ne kaybedecek bir şeyleri oluyor ne kazanacakları bir başka meslek. aslında durum biraz dram içeriyor :)

çok sevdiğim bir abim bu işi yapıyor/yapıyordu. kapıda dururken içeri girmeye korkarsınız, dışarıda dünya tatlısı insandır. ki bir çoğu öyle (nezih yerlerde).
olay olmadı mı? oluyor. bir kaç arkadaşı öldürüldü/yaralandı böyle.
kendilerinin bir mafya olayı var mı? yok. çoğu senin benim gibi insanlar aslında. mafya olayı mekan sahibi oluyor genelde.
yalnız sağlam insan sarrafıdırlar. en azından taksici gibi, kim orospu, kim pezevenk, kim hapçı anlarlar. kim içeride olay çıkarır kim iyi aile çocuğu çakarlar.

1 ay gece kulübü bodyguardlığı yapmış birisi olarak cevap vereyim,

-mafyayla bağlantım yok.
-mekan sahibi mafya. Mekan sahibinin arkadaşı benim arkadaşım. Paraya ihtiyacım olan bir dönemdi. Teklif de gelince kabul ettim.

-öğrenci partilerinde sıkıntı çıkmıyordu ama diğer parti günleri hep bi kavga dövüş olurdu. Millet içip içip sapıtıyor. Böyle tipleri şamarlayıp dışarı atıyorduk. Kimse intikam için gelmedi.

-bir gün tuvalette büyük bi kavga yaşandı. Biz dış kapıda beklerken içerdeki görevlilerden biri koştu geldi olayı bize ihbar etti. Bıçaklı kavga dikkat edin dedi. Ben hiç bulaşmadım. Kapıda bekledim. Diğer 2’si girdi kavgayı ayırmaya. Sonra sepetledik.

-1 ayın sonunda maaşımı aldım çıktım. Ben çıktıktan 2 hafta sonra silahlı kavga oldu. Birlikte çalıştığım bodyguardlardan biri bacağına kurşun yedi.

-bu olaydan birkaç hafta sonra club sahibi kendi mekanını kundakladı. Sigortadan para almak için. Ama ta ebesinin nikahındaki bir güvenlik kamerası bunları görüntülediği için babayı aldılar. Hapiste şimdi.

bana samimi geldi. Kadın goygoy peşinde değil, kısaca ekmeğimizin peşindeyiz bırakın romantikliği demeye getirdi.

Biraz ukala evet. Yine de sempatik buluyorum hala ben bir iki cevabı dışında

bence gayet içten herkese boncuk dağıtayım türünde değil saçma sorulara lafı koyuyor. ben çok sevdim.

Samimi olmamasıyla tanınan ilk akla gelen ünlüleri düşünün. Soru cevaba katılsa herkese nazar boncuğu dağıtır, iyilik timsali davranıp artı puan kapmaya oynardı. O kişilerin tersi gibi düşünün. Samimi taklidi yapıp itici olmaya gerek yok.

Değil.

eksisozluk.com Bu da mı samimi

Kendince bir üslubu var sanki, buram buram itici gelmedi bana. Ya da Kalben vakasından sonra artık hiçbir şeyi itici bulamıyorum. O neydi gıı ne iğrenç bir karıymışsın sen kalben

bu arada gecekondu'da yoktum demiş ama www.youtube.com

ayşen gruda'nın tipini çok sevimsiz ve ters buluyordum ben. linç yiyeceğim ama, güler yüzlü birine benzemiyor ki hiç. :D cevapları da çok itici.

Biraz baktım, çok bir şey göremedim açıkçası.

Tam bir balon, orta yaşlı abartısı

Bence bunamış.

Genel olarak dobra ve net yapısı var ama itici olduğu yerler de var maalesef. Birincisi, yaş konusunda hâlâ "Teyze mi diyorsun ayol bana?" diye çıkışıyor. Bu memlekette hepimizin hamurunda yaşa bağlı olarak hitap etme olayı var. İnsanların evlerine çeşitli yapımlarla konuk olmuşsun, insanlar seni kendi kültüründen bir parça olarak görüyor ve bahsettiğim durumdan dolayı teyze vs diyor. Özellikle kadınlar buna niye alınıyor, anlamıyorum. Erkek bir sanatçı bunu takmaz bile. Ayşen Gruda hâlâ "Teyze senin babandır" diyebiliyor. Sanki teyze olmak kötü bir şeymiş gibi. E, yaşlısın, neden kabullenmek yerine politik doğruculuk türetiyorsun durduk yere?

İkincisi, yine millet hâlâ vefa ve saygı gösteriyor. Belleklerinde yer etmiş olayların arka planını soruyor. Hooop, Ayşen Gruda yine ateş püskürüyor.

Tamam, eski zaman ağlaklarına "Gözünü aç yahu, oradan bir kopun!" diyor, "Ayşin ibli şimdiki iyincilir ni kidir birbit" diyenlere "Yoo, gayet iyiler" diyor. "Ayşen abla mükemmelsin, seni aşşşşırı seviyorum, keşke ekranlara dönsen" diyenleri "Demek ki pek de takip etmiyorsun. Zaten yeni yapımlarda da rol alıyorum. İzlemiyorsun belli ki" diyerek bozuyor. Ama bahsettiğim bu iki durum itici hale getiriyor yer yer.

cevapları sözlüğe özel değil, o öyle biri zaten. aksi bir kadın.

Katıldığı programları izleyip kadının tavrını gördüğünüzde samimi, dobra, fırlama ve biraz srrt bir karakteri olduğunu görürsünüz. Malesef iletişim yazıyla yapıldığında cümle sonuna gülen emoji koymadığımızda ters bir şey yazmışız gibi oluyor. Yazılı iletişimde bir sıkıntı var. Halini tavrını ses tonunu göremediğimiz için hakaret etmiş gibi zannediyoruz. Ama Ayşen Gruda tatlı tatlı lafı gediğine koyan birisi.

Sanki soruları ben sormuşum da yerden yere vurulmuş gibi hissettim kendimi, gerçekten rahatsız edici. :/

Sözlükçü arkadaşlar sevdikleri kült filmlerin oyuncusuyla karşılaşmanın verdiği heyecanla sorular sormuşlar. ama o filmler onun için birer bitirilmiş iş. umurunda değilmiş, gibi bırakın bunları dercesine yorumlar yazmış. buna bir şey demiyorum zaten 40 yıldır aşağı yukarı aynı sorular sorup duruyordur.

ama diğer konularda da suya sabuna dokunmadan geçiştirici cevaplar vermesi gözümden kaçmadı.

bana da itici geldi ama umrumda degil.

bölgedeki her esnafa girdim. hepsi uğraşmam diyor. halbuki kestireceğim alüminyumlar 5 cm falan değil :) bayağı 3x50 cm 2x100 cm alacağım. inatla kesmiyorlar :)

karakoy persembe pazarinda borucu var. istedigin her boyu keserler. biz 8mm cap 5cm boy 200 tane kestirmistik.

ALiminyum malzeme satan bir eyre gidip bir boya al, ve istediğin ölçülerde kesilmesini söyle. Çok yoğun değillerse keserler, ki genelde iki ya da üçe bölerler zaten.

Sen direkt kesme parça muhabbetine girdiğin için ürküyorlardır, bence doğrudan bir boy alacağını ve bunu bir kaç parçaya kestireceğini söyle.

değil ama çok güzel :)

www.youtube.com

Golden kırması

Canis Lupus Sokakus

yarı yarıya çekin diyebilirsin en azından. ben öyle yapıyorum. bunu da bir kere yerim, aynı kişiyle ikinci buluşmada "hadi kartını ver" derim ki anlasın.

@kenarortay işte ben o yarı yarıya çekin lafını söyleyen taraf olmaktan utanç duyuyorum. zira bahsi geçen durumda kaldığım eski arkadaşlarım hesap geldiğinde cüzdanını bile çıkarmıyor. ama aslında dediğin doğru, bendeki kompleks yani. içtiğim kadarını ödemeyi seçme özgürlüğüm var. sadece utanç duyuyorum orada bu hesabı yapmaktan.

hepsini neden ödedin? mallık ama bu. desene kardeş ben 4 içtim al parası bu diye.

kasaya gittiğinde şunları şunları buradan alın diye uzatsana kartını/paranı.diğeri de kalanı buradan diye kendi ödemesini yapsın niye hepsini sen ödüyosun ki

@elo, @aquarium dedim ya utanç duyuyorum abi. sinirlerim bozuluyor nasıl yapalım abi lafını duyunca. karşımdakinin ne içtiğini bilmiyor olması mümkün değil. ne ödemesi gerektiğini biliyordur elbet. "nasıl yapalım" ne demek bunu anlamıyorum. kasada lise öğrencisi gibi beklemeyi sevmiyorum. kompleksim var evet.

@elorelia +113424646235

ya adama "herkes kendi içtiğini ödesin" diyeceksin. ya da hiç adamı muhatap almadan 4 tanesini burdan al diye direkt kartını uzatacaksın.

Nasıl yapalım denmeden önce kartını uzatıp buradan x TL ya da 3 bira alır mısınız dersin.

abi nasıl yapalım derken belki adamda nakit yok, kredi kartı ile hepsini ödeyip senden mi alayım yoksa sen öde ben mi sana vereyim diye soruyodur. yok öyle değil, ayak yapıyorsa bile niye hepsini sen ödüyorsun hala anlamadım. yok sinirim bozuluyor yok bilmemne, sosyal olarak bu kadar kırılgan olmayın ya. kompleks mi? evet bence takıntı yapmışsın. normal düşünemiyorsun. 5 yıldızlı otelde 4 şişe içip de uhuhuhuhu bana nasıl yapalım dediler diye 14 şişe parası ödemeyi aklım almıyor.

@elo takıntı yaptığımı söylememe rağmen tekrar söylediğin için sağol :) ühü ühü nasıl yapalım dediler demiyom olm. siz nası yapıyonuz diyorum. biri sana hesap sırasında habire nasıl yapalım derse ne yaparsın mesela. bana balık verme balık emmeyi öğret :)

niye hepsini oduyorsun? adam daha nasil yapalim demeden, kardes al 4 bira cek burdan deyip gececeksin. devamini o odeyecek.

Tamamen kiminle yedip içtiğime bağlı. Eskiden az param vardı, arada beni çeken 3-4 arkadaşım olurdu, şimdi param var, ben ödemeye gayret ediyorum. Zaten bir ikiden sonra dur tamam abartma ortak ödicez diyorlar.

Onun dışında yakın arkadaşlarla kesinlikle bölerek öderiz. Bir taraf yeme-içmede bokunu çıkarmadıysa.

Samimi olmadıklarımla kesinlikle uğraşmam. Ben yediğim içtiğimin hesabını şak diye öderim. Gerisini ne yaparlarsa yapsınlar.

Kalabalık davetler ve partilerde kural en sona kalmamaktır, birde hayat bana bunu öğretti. Pek yapabildiğimi söyleyemem ama cidden bu kural önemli. Çok arsız var bu hayatta.

hocam tüm enayi mıknatıslarına kurban olmuşsunuz. "nasıl yapalım?" yüzsüzlüğüne giriyorsa "ben 4 tane içtim kaç yapar?" deyip çıkacaksın işin içinden.

“Sence nasil yapalim?” diyip suratina bak.

Ooy. Neyse ki bu kişilerden çok nadir var çevremde. İlkinde hepsini ödemeseymişsin keşke, herkes +1 - buradan 4 bira derdim. İkinci durumda da yine kartı/parayı uzatır kendi yediğimi içtiğimi öder ve arkadaşı üç evetle az görüşülen arkadaşlar kategorisine uğurlardım.

Kendi içtiğini hesaplayıp şuradan x lira alın diyeceksin konu kapanacak.

Bu yaşıma kadar geldim. Nasıl yapalım sorusuyla ilk defa karşılaşıyorum. İş arkadaşım demişsin, iş arkadaşlarımla yemeğe gittiğimizde eğer posizyon olarak en yüksek bensem ve faturadaki meblağ beni üzmeyecek bir miktar ise hepsini ben ödemeyi teklif ederim. Eğer aşağı yukarı aynı şeyi yediysek hesabı eşit bölelim derim. Masada az yiyen biri varsa yediklerimi söyler kendi payımı öderim. Hiç nasıl yapalım diye sormadım. Soranla da karşılaşmadım.

Senin sorun üzerine düşündüm, böyle bir soruyla karşılaşırsam soran kişiyi muhatap almadan direk kasiyere yediklerimi söyleyip öderdim.

Hesap geldi, hesaba bakıyoruz, kartımo uzatıyorum ve buyrun buradan 4 şişe tuborg diyorum.

Belki sizin duraksamanızı farkettikleri için soruyorlardır nasıl yapalim diye.

1. sürekli beraber seyahat ettiğimiz bir grubumuz var. bu seyahatlerde bütün harcamaları (sakıza kadar) bir kişi yapar ve seyahat dönüşünde herkese pay eder. mesela ben bir mekana gitmediysem o mekanın hesabına beni dahil etmez. en temizi bu.

2. eğer yiyip içilen şeyler arasında bariz fark varsa çok yiyenin önden davranması gerekir. örnek veriyorum 200 lira hesap geldi, "150'sini benden alın" demesi lazım. yok demiyorsa sen ne içtiysen hesaplat agacım. mekanlar bu olaylara senin düşündüğün gibi çok da kıl değil. alışıklar en azından.

3. benzer şeylr yiyilip içildiyse kimse bişe demeden sana düşen payı öde geç. bahşiş de yarım bırak, isterse arkadaşın tamamlasın.

kardeş niye kasıyorsun ki, nasıl yapalımın cevabı, ben 4 içtim aha bu da parası demen yeterli.
eş, dost, kıymetli arkadaş olsa öde geç de hesap/kitap yapan adamın hesabı ödenmez reis.

Bu tip yüzsüzlükle çok karşılaşıyorsanız muhtemelen sizin bu zaafınızı bilen kişilerce kullanılıyorsunuz demektir. Onlarla ilişkinizi kesmenizde bu durumda bir kaybınız olmaz. Ama yine de ödemeyin hesabın tamamını.
Benim böyle arkadaşlarım yok. Olsaydı da tamamını ödemezdim inadına. Yarı yarıya, ya da sizin örneğinizde ne kadar yiyip içtiğinizi net hatırladığınız durumlarda (4 birayı benden kalanını arkadaştan alacaksın) gibi net konuşabilirsiniz. Genelde bu kadar net hatırlamadığım için ben kaç kişiysek ona böldürme taraftarıyım. Ben mezeden 2 kaşık az almıştım, ya da senin içtiğin içki daha pahalıydı gibi hesaplara girmek çirkin, ama sizinki de olmaz öyle...

Zaten kasaya gittiyseniz ödemek için belli ki herkes kendi yediğini içtiğini ödeyecek.
Kendi yediklerimi sayar, bir de paylaşılan varsa onları arada paylaşır geçerim.
Patatesi ben vereyim salatayı sen verirsin vs. derim olur biter.

Bu tip adamlara karşı suçluluk duyacak bir şey yok.

Kimse de demiyor ki o kadar birayı nasıl içtiniz.

“Buradan 4 bira alalım”+1

hiç duymadım görmedim

Kasaba da, balıkçıya da vermedim / duymadım.

bizim burda kasap doğrama parası alır, balıkçı da temizleme. kilosu 30 liraysa 33 lira derler.

Kasabın işi o değil mi ki, yani istiyorsan yine ver ama balıkçılarda da hamsi falan temizlemiyorsa öyle bir olay yok.

dogramak icin para isteyecek / bekleyecek kasaptan alisveris yapmam, adam kasap, et market degil. isi bu. yoksa marketten gider hazir paketlenmis et alirim zaten.

kasabın mevzusu o başkan. kıyma istediğinde eti dolaptan çıkarıp kıyma yapmak zorunda. veya kuşbaşı istediğinde onu kuşbaşı yapmak zorunda. yoksa kasabın mevzusu kalmıyor, herkes kendi hayvanını alır-keser-yer aksi durumda çünkü. zaten haberlerde etin kilosu 40 liraya çıktı denildiğinde senin kasaptan eti 60 liraya almanın sebebi bu. o aradaki 20 lira, nakliye, saklama ve işçilik parası.

balikcilar temizleme parasi ister. bahsis olarak verildigini duymadim/gormedim. eger eti kasaptan aliyorsan dograma icin vs para istemez verilmez. ha kurban etin yada disarda kesilmis eti goturursun onu dograttirir, kiyma cektirirsin o zaman para verilir.

@burty sizin orada 3 kilo dana kıyma deyip 3 lira vermek istemezsen adam kıyma yerine bütün et mi veriyor yani?

Bizim oradaki bi kasapta bahşiş kutusu var, ama hiç atmadım. Balıkçılar temizleme parasını otomatik ekliyor kilo fiyatına.

Adam parasını aldığı işten neden bahşiş ister anlamış değilim. Bizde abecilik had safha.
Verme bahşiş falan. Tears of devil haklı. Kıyma alınca da mı bahşiş veriyorsun?

Orkestra şefi sadece "Sen çal sen çal" diye direktif vermiyor ki; 100 kişilik bir grubu yönetirken kendi temposunu belirliyor, yani notalar var ama eserin hangi tonda hangi hızda hangi tempoda çalınacağını şef belirliyor, onun dışında prova yaptırıyor kendi yorumuna göre eseri icra ettiriyor. Yani bir eseri A kişisinden dinler farklı duyarsın B kişisinden dinler farklı duyarsın, halbuki eser aynı eserdir ama eserin icra edilişi farklı olur. Yani bu biraz futbolcular futbol oynamayı bilmiyor mu, teknik direktöre ne gerek var gibi bir şey oluyor.

eksisozluk.com

abi teknik direktör örneği yanlış oldu ya :( futbolcuların göremedikleri açıklar vb oluyor, teknik direktör dışarıdan oyunu gözlemleyip direktif veriyor. ben hiç bir teknik direktörün "ayağına top gelince vur" dediğini görmedim. futbolcunun işi topa vurmak (basit manada) bunu zaten yapıyor evet. ama eserin hangi hızda çalınacağını da müzisyenler biliyordur ya? muse konserinde şarkının hangi hızda çalınacağı da bilinmiyor böyle düşündüğünde. ama işte bu orkestra şefi provalarda zaten neyin nasıl icra edileceğinin eğitimini veriyor. ben orkestra şefinin mal mal kolunu sallasa da eserin düzgün icra edileceğini düşünüyorum. mal mal'dan kastım cidden mal mal sağa sola sallasa zıplasa falan. adam neyi nasıl çalacağını biliyor, çıkmadan önce en az 10 defa prova yapılmıştır.

@veritaslibertas, senin verdiğin örnekte de tüm müzisyenleri gömmüş adam. müzisyenler cidden sabah uyanıyor. kalk bi şarkı çalcaz deyip çağırıyorlar ve hayatlarında hiç duymadıkları bir şeyi çalmak zorunda bırakılıyor gibi bir şey olmuş o. inandırıcılığı yok benim gözümde. onlarca defa provası yapılmış bir şeyi başka türlü çaldıramaz. zaten çaldıracağı türde prova yaptırmıştır?

Muse çıkıyor konsere 4 kişiyle İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası çıkıyor 100 kişiyle, sen bu 100 kişinin sırf notalara bakarak uyumu tempoyu ritmi bozmadan kendi kendilerine çalabileceklerini düşünüyor musun, böyle bir şey mümkün olabilir mi?

@tears, ben ilgili yazıdan senin çıkardığın sonucu çıkarmadım, nerede gömmüş müzisyenleri?

şurada özetlemiş aslında yaptığı işi;

"orkestra şefinin de çalgısı orkestradır. şef temel olarak eserdeki giriş çıkışları, nüansları ve artikülasyonları, zaman içinde belli bir çerçeveye oturmuş hareketlerle belirtir. şef, orkestraya önceden ne yapması gerektiğini göstermelidir. örneğin son derece dingin bir ölçünün sonunda ani ve çok sert bir vurgu varsa, orkestradan önce şef hareketleriyle bunu gösterir, ardından orkestra icra eder."

@veritaslibertas

gömmüş işte abi daha ne yapsın?

"örneğin son derece dingin bir ölçünün sonunda ani ve çok sert bir vurgu varsa, orkestradan önce şef hareketleriyle bunu gösterir, ardından orkestra icra eder."

orkestra orada çok sert bir vurgu olduğunu önceki provalardan hatırlamayacak kadar moron mu cidden? veya şey mi; orkestra şefinin canı o an orada vurgu istedi (tamamen gelişigüzel) hadi şurda bi vurgu yapiyim vb dedi ve yaptı? bak bunu desen inandırıcılığı yüksek olurdu.

@angelus 100 değil 1000 kişiyle yapılmış örnekler var orkestra şefi olmadan. örneğin www.youtube.com linkli videoda 1000 davulcu orkestra şefleri olmadan sadece kulaklarıyla ve önceden hep birlikte prova yapmadan, bir çoğu amatör müzisyen olmak suretiyle ve bu da yetmezmiş gibi mekanın akustiği bile olmadan aynı şarkıyı nispeten dört dörtlük çalabiliyor. bu adamlar efsane adamlar mı? tabiki hayır, bir çoğu amatör garage band davulcuları. orkestra elemanlarından belki milyonlarca kat daha deneyimsiz adamlar. şarkı bazında da müzikalite bazında da enstrüman bazında da böyle.


@jackinkırıkkalbi ben de eski müzisyenim yaptığımı kayıtları dönemin popüler sistemine göre yani hücum kayıt olarak alırdık. kanal kayıt yoktu bizim zamanımızda, daha doğrusu ulaşılabilir değildi. kayıtlar gayet düzgün, şarkılar gayet düzgün icra ediliyordu yani.

beyler böyle inandırmak zorunda değilsiniz yav. verdiğiniz örnekler falan cidden tırt yani. orkestra şefinin bir işe yaradığını biliyorum, ne işe yaradığını anlamıyorum sadece. dediğim gibi ben de eski müzisyenim. olmayınca olmuyor işte.

selamlar, benim bildiğim kadarıyla bir orkestranın şefi konser sırasında çok da bir etki yaratmıyor. çünkü yapması gereken her şeyi öncesinde provalarda yapıyor.

neler yaptığına gelirsek: müzikal açıdan tüm enstrüman gruplarıyla teker teker çalışıp en ince nüansları ve o enstrümanın o kısımdaki önemini, yerini anlatıyor.
nerde kim girecek, nasıl girecek, en çok hangi enstrümanlar duyulmalı, enstrümanlar doğru çalıyor mu(nota olarak değil de teknik ve farklı metotlar olarak düşünülebilir), çalan müzisyenler birbiri ile uyum içinde mi, parçanın hissiyatını verebiliyor mu bunları gözlemleyen, düzelten, öğreten ve bir araya getiren kişi.

tüm bunları konser öncesinde yaptığı için de konserde pek bir olayı yok şefin. zaten şefler de kendileri bunu şöyle dile getiriyor: şef ne yaparsa yapsın konser sırasında "kemanlar burayı forte çalın" diye bir mesaj veremez çünkü şef onu kemanlara anlatana kadar zaten o nota çoktan bitmiş olur. şefin yapması gereken şey provalarda bunu kemanlara hali hazırda söylemiş olması ve konserde de tek bir bakışı ile ya da orada bulunması ile kemancılara bu mesajı hatırlatması.

benim eyyorlamam bu kadar

@azeriturku, aynı kanaatteyim. adamların müdürü olduğu için sahneye çıkıyor gibi düşünüyorum. yoksa orada bir sk yapacağı yok afedersin. 2 numaralı kemana biraz yüksel diyene kadar nota geçer vb... gel gelelim, oturmuş ve yaygın bir "fikir" olduğu için herkes orkestra şefini o an şarkıyı değiştiriyor, sanki mustafa keser gibi az sonra başka parçaya geçirecek vb gibi düşünüyor hep. halbuki adam sadece "maestro" öğretmen, şef. asıl olayı sahne arkasında. muhtemelen sahne önündeki görevi de göz boyamaktan ibaret.

Abi sen çılgın mısın? Biz tabi hata yapıyorduk, ama kayıt sırasında değiş prova sırasında. Prova zaten kayıtta konserde vb hata yapılmaması için eser tam anlamıyla öğrenilene kadar yapılıyor. Kaldı ki herifler master pro... şarkıyı çalarken bir anda şurasını şöyle çalalım dersen çaldığın eserin anasını bellersin, prova bunun için var zaten. Hayatım boyunca konserde vb hadi şurayı şöyle çalalım gibi bir şey duymadım, orkestra şefinin de böyle yapacağını sanmıyorum, sen sanıyorsan bence büyük sıkıntı var. Eser bellidir, binlerce kez provası yapılır ve aynı şekilde icra edilir. Bunun aksi mümkün değil. Şurasını şöyle çalalım falan sence de çok komik değil mi :)))

Hiç anlamam ama mantığı şu yönde sanırım, bahsettiğiniz gibi müzisyenler o eseri daha önce defalarca çalmış olabilirler. Her bir müzisyen tek başına o eseri mükemmel de çalıyor olabilir, ama orkestra kalabalıklaştıkça işler karışıyor ve bir yönetmene ihtiyaç duyuluyor.

@tears of devil, verdiğin linkteki Nirvana cover'ı çalışmasında orkestra şefi var, 00:50'de, 04.01'de birkaç yerde görünüyor. Hatta videonun sonunda da ismi veriliyor; Marco Sabiu imiş.

Müzisyen değilim, tamamen mantık yürüterek yorumum şöyle: o kadar müzisyenin bir araya toplanıp başlarında yöneten biri olmadan çalışmaları çok zor. Konserlerden önce şef ile defalarca çalışıyorlar ve artık her notayı ezbere biliyorlardır doğru ama konser esnasında ritm bozulabilir, notayı kaçıran olabilir, bir sürü sorun çıkabilir, şefler de müzisyenleri ve eseri kontrol altında tutmak için oradalar diye düşünüyorum.

sef dediğin adam mozart ın binlerce kez binlerce orkestra tarafından calınmış bir eser için bence de gereksiz .
fakat şef'in yazdığı bir eserse onu bestelerken düşündüklerine göre orkestrayı eğip bükebilir .
herşey mükemmelse bir yerden sonra şef e de gerek kalmaz,kalmamalı .
sonuçta hiç duymadıkları bir şeyleri çalmaz oradaki müzisyenler.
şef daha çok lojistikçidir aslında. çalgıcıları seçer,adedini seçer,solistler seçer,eserleri seçer . tüm tribiyle de o orkestranın başına geçip el sallar. adettendir,teamül gereğidir aslında orada olması. bir anlamda gelenekseldir günümüz klasik müziği icrasında . çünkü koyarsın metronom otomatik herkes ona uyar .

Uzun zamandır ilk kez işim hakkında soru gördüm, elimden geldiğince cevaplayayım. Hayır şef değil, orkestrada çalıyorum. İstanbul opera, borusan, crr senfoni vs vs şu andada yurt dışında bir orkestrada hayatıma devam ediyorum.

Şefin tek bir işi değil işleri vardır ve bunları iyi yapıp yapmaması nasıl bir şef olduğunu ortaya koyar. Müzik çok komplike/sofistike bir iş olduğundan şeflerinde gayet zor bir görevi ve hayatı vardır.

İlk iş hiyerarşi. Her ne kadar orkestra profesyonel müzisyenler grubu gibi görünse de kaynamaya/kaynatmaya çok müsait bir ortamdır. Disiplin konusunda örnek olmalı.

Sonra tekniği ve bilgisi. Eli kolu başı ayrı oynayan şef olmaz. Nasıl enstruman çalmada teknik varsa şeflerde de var. Girişleri, tempo değişikliklerini, o an öne çıkması gereken partileri, nüansları iyi gösterebilmeli, gösterebilmek içinde eser hakkında muazzam bilgiye sahip olmalı. Bunun üstüne genel geçerden farklı görgüsü ve bilgisi varsa bunu orkestraya iletmede bu tip teknik ve bilgi yönleri çok önemli.

Konserden önce genelde 4-5 gün çalışılıyor klasik müzik dünyasında. Bu çalışmalarda “çalıştırmayı bilmek” diye bir kavram var ve şeften şefe göre değişiyor. Bilgi ve tecrübeye göre birisi sizi yorgunluktan öldürebilir, bir başkası pamuk şeker çıkar ancak müziği ve nasıl çalınması gerektiğini size öyle güzel aktarır ki ortaya daha iyi bir iş bile çıkabilir. Bu da genelde yaş, bilgi, görgü ve tecrübe ile alakalı. Mesela genç şefler he şeyi daha hızlı çaldırabilirken, yaşça geçkin olanlar daha sakin tempo aldırabiliyor. Mesela gençler provada sizi çok daha fazla yoraken, yaş almış şefler daha az sürede daha çok iş yapabilir.

Bu konuda orkestraya düşen payı kimse yadsıyamaz. Şef ne kadar iyiyse orkestranında o kadar iyi olması veya çok iyi orkestrayı çok iyi şeflerin yönetmesi beklenir. Karşılıklı profesyonelizm bu işin anahtarı. Yoksa tüm potansiyeli yok edebilirsiniz.

Ne şefin sopasından bir ses çıkar, nede o koca orkestra şefsiz bir iş yapabilir. Ancak karşılıklı savaş bir ömür sürer gider.

Tekrar okuyunca bir şey daha eklemek istedim: şefin bir diğer ana görevi de orkestradan alınabilecek maksimum verimi alabilmektir. O orkestrayı zorlayabilmelidir. Bize kalsa biz kendimizi yormadan o konseri bitirebiliriz ancak bende daha potansiyel var mesela. Atıyorum, bir orkestrayı alıp dünya çapında iş yaptırabilecek insan şeftir. İşte bunu ortaya çıkarmada, işlemede ve yönetmede şefin rolü çok önemli.

Bundan dolayı bir orkestrada en fazla parayı haliyle şefler alır.

hissediyorum, yapmiyorum.

Iliski normal bir sekilde bittiyse, ben eski sevgilinin ya da ondan kalma etkilerin depresyonunu yasamiyorsam, bundan dolayi kilo almamissam ve bundan dolayi aile problemleri yasamiyorsam neden sucluluk hissetsin ki? Ben de boyle bir durumda sucluluk hissetmem. Uzulurum evet belki ben olsam bu surecte yardimci olabilir miydim derim, en azindan destek olurdum da derim. Ama ayrilik varsa zaten demek ki o iliski yurumuyormus. E ben mutlu olmadigim bir iliskide karsi tarafi nasil mutlu edeyim ki? Sadece bir arkadas olarak beni yaninda isterse yaninda olabilecegimi, yalniz olmadigini hissettirmeye calisirim.

Ben eski sevgililerimin büyük çoğunluğuyla ara ara görüşürüm. Kötü bir şey olduğunda üzülüyorum. Yardımcı olmaya çalışıyorum, çalışırım.

Sucluluk degil de uzulebilir insan..
@yuzir+1
Mutlu olmadigin bir iliskide mutlu edemezsin

-kamyonları sollarken çok dikkat edin
-uykunuzu iyi alın
-yolda 1-2 saatte bir mola verin. edirne merkezdeyseniz zaten yol 4-5 saat sürmez bile sanırım
-su vs. içecekken seyir halindeyken içmenizi tavsiye etmem
-hava karardığında çıkacaksanız uzun far kullanımına tek gidiş tek geliş yollarda çok dikkat edin
iyi yolculuklar.

Mayışmaya başlarsan bir benzinlikte dur ve biraz yürü ardından soğuk bir şeyler iç. Tırcılar ile iyi geçin sen gittikten sonra da o adam o yollarda ömrünü geçirmeye devam edecek :D Yol kısa olmaz ama eğer gözlerin kapanacak gibi falan olursa çek sağa kestir. Yarım saat geç gidecek olmanız, hiç gidemeyecek olmanızdan iyidir.

Kimse yazmamış, arabayı kontrol et. Yağ su lastikler özellikle.

hiçbir şekilde seyir halinde cep telefonu kullanma. kullanman gerekirse kenara cek oyle kullan.

araci surdukce yol seni hipnoz edecek. bir sure sonra uykun gelebilir. eger uyuma tehlikesi hissedersen kenara cek biraz uyu. yuzunu yika.

arabada hafif de olsa muzik dinle. uyanik tutar.

edirne den çanakkale ye uzun bir yol olmadığını düşün

yolda giderken ara sira gereksiz de olsa frene bas, vites degistir, kendini salla, ayik tut, uzun yol mayistirir adami, bir sure sonra kendini digiturk koltugundaymis gibi hissedersin, sonrasi malum, aman diyim

hızını çok yüksektmeden, 1 saniye bile dikkatini ve konsantrasyonunu bozmazsan sorun olmayacaktır. kamyonlara tırlara ekstra dikkat et.

edirne - çanakkale çok uzun yol değil, senin için iyi başlangıç olacaktır.

230 km pek uzun yol sayılmaz ama iyi başlangıç :) uykulu yola çıkmayın, sürat yapmayın, gereksiz sollama yapmayın, yola konsantre olmak dışında bir şeyle uğraşmayın -telefon, yiyecek,içecek vs- yeterlidir.

annen uyumasın mümkün mertebe. arabada birileri uyurken sürmek daha çok uyku getiriyor.

Arabayı sürerken ya da sürmeden önce alkol alma. Araç hareket halindeyken inmeyen çalışma.

İlk uzun yolun ise müzik açma. Dikkatin dağılmasın :)

Arkadaslar sag saglim vardik. Cok rahat bir yolculuk oldu. Tesekkurler hepinize:)

Bütçeniz ne kadar, yazıcıyı kullanma sıklığınız ne olacak, fotoğraf çıktısı da alacak mısınız bilmiyorum ama ben de birkaç ay önce yazıcı araştırıyordum ve en sonunda tanklı bir model aldım.

Tonermiş, çipmiş uğraşmıyorsunuz, sürahiden bardağa su doldurur gibi mürekkep takviyesi yapıp 30 liralık siyah mürekkeple 5000 sayfadan fazla çıktı alabiliyorsunuz. Cidden alabiliyorsunuz, iki şişe siyah mürekkep bitirdim kefilim bu rakama.

Fotoğraf basımı da çok başarılı.

Bendeki şu model, wifi olmasa da olur derseniz daha uyguna da alabilirsiniz g2400 modelini.
urun.n11.com

çok fazla çıktı almayacağım tanklar kullanmadığın zaman kurursa sıkıntı olur o yüzden lazer düşünmüştüm 700 TL kadar çıkarım

urun.gittigidiyor.com

ben eve bunu aldım. 50 lira ile 400 sayfa çıktı veriyor, minicik, wi-fi ve air-print var.

fotokopi ve tarama olaylarını denemedim. çıktı almada hızlı ve başarılı. kartuş doldurmakla uğraşmam galiba... uğraşmak istersen doldurulabilen kartuşlar yok değil.

Binder dantet var. Direk ona sor. Başka kimse anlamaz bu işten.

store.starbucks.com

Bende starbucksin su stil termosu var. 5 yildir kullaniyorum, bir kere bile sizmadi. Hep de cantamda tasirim. Ben oneririm starbucksin metal olan termoslarini.

contigo, stanley. d&r satıyor fahiş fiyatlara. ikisi de kaliteli ama stanley daha iyi sanırım. gerçi tek isteğin sızdıramzlık ise ikisi de aynı benim bahsettiğim ısı yalıtımı.

zojirushi en iyisidir. hem sıfır sızdırma hem de maksimum sıcak tutma süresi.
bende şu var ve aşırı memnunum:
www.denizdukkani.com
internet değil diyorsunuz. izmir'de mağazaları varmış. başka satan yer var mıdır, bilmiyorum. yaşadığınız şehirde falan...

not: starbucks'tan uzak durun, tamamen şans işi. üç yıl önce eşimle aynı mağazadan aynı model birer termos almıştık. biri sızdırmıyor, ötekisi hayvan gibi sızdırıyor. istikrar yok...

@haldamir’in bahsettigi termostan iki tane kullandim, ikisi de eser miktarda sizdiriyordu...
Tantitoni’ninkiler sizdirmadi.

Stanley.

Bende tantitoni var sızdırmadı hiç

ben satış yapınca öyle oluyorum
90 k usd lik patlattım simdi bir tane
iyiyim :D

Dun gece tuzlu kurabiye yaptım çok güzel oldu buna sevindim.
Öncesinde kendim için ve yakınlarıma hediye etmek için bez çanta boyamıştım baktıkça mutlu oluyorum.
Okuduğum dergilerdeki iki kuşe kağıdına basılmış güzel fotoğraflardan mektup zarfı yaptım. Mektup arkadaşlarım çok sevdi.
Kurutulmuş yapraklardan kitap ayraci yaptim çok tatli oldular.

Az önce yapboz bitirdim ve gururla, mutlulukla izledim. Tabii, onun üretilmişini yeniden ürettim aslında. Ancak, yapım aşaması çok büyük bir sabır testiymiş, bir daha yapacağımı sanmıyorum. Birden fazla kere yapboza yeltenmiş insanlara çok büyük saygı duyuyorum, hepiniz übermensch’siniz.

Dün de tahmin yapan bir kod ürettim, onunla oynuyorum.

yıllar önce küçüklüğümden beri kendimce programlar yazmaya çalışırdım. çalışan bir şey ortaya çıktığında aynı duyguları hissederdim, dönüp dönüp bakardım. çok büyük haz verirdi. keza onların hatalarını ayıklamak, daha da geliştirmek, yeni sürümlerini yayınlamak filan da çok büyük keyifti. hatta bi kere bi sitede yaptığım bi program haftanın en çok indirileni falan olmuştu da içim içime sığmamıştı anlatamam o hissi. özene bezene tasarlardım en ufak ayrıntısına kadar böyle baktıkça mutlu olurdum.

uzun süredir bir şey üretmemişimdir sanırım. programlamadan falan da uzaklaştım zaten, hayata dair beklentim de pek kalmadı, bir şeyden de zevk alamıyorum öyle ruh gibi geçiyor günler. şimdi bu soruyu okuyunca hatırladım o hisleri güzel de oldu.

1/10 olceginde scale model RC ucak urettim. Evet cok keyifli.

5 ayımı verip kitap üretiyorum, sayılır mı?

Az önce yeni Rav-4’ün Manifold’unu ürettik. Evet oldukça zevkli.

ben balkonda kekik, fesleğen, biberiye, adaçayı vs. yetiştiriyorum. onlar büyüdükçe bakıp mutlu oluyorum.

Her yaptigim kokteylde keyif aliyorum.ozellikle,begendiklerini dile getirdikleri zaman ^^

Kod yazdım, problem çözme hissini seviyorum.
Şarkı yapardım eskiden. 2 sene önce falan müzikle uğraşmayı bıraktım.

Benimkiler çok, işim gücüm bişeyler üretmek zati (malum anneyiz:) Denişik iki tane var onları yazayım.
Bu sene ilk kez sübye yaptım. Sübye kavun çekirdeklerinden yapılan geleneksel bi içeceğimiz. İzmir'de yapan bi aile vardı belli noktalarda satarlardı, hala yapıyorlar mı bilmiyorum. İlk denemeye göre başarılı oldu diyebilirim, kıvamı biraz daha koyu olsaymış iyiymiş ama böyle bile çok güzel oldu bence. Denemenizi tavsiye ederim, çok lezzetlidir.
ikincisi karpuz dondurması. Akşam yemeğine gelen misafirler bi karbuz getirmişler allaha emanet, ordu doyar. Bizim bitirmemize imkan yok belli çoğu atılacak. Ben de cin fikrimi çalıştırdım, 4/3'ünü püre yapıp sütle karıştırıp dondurdum. E vallahi o da çok güzel oldu, serin serin:) Yalnız o kadar çok oldu ki dondurucuda yer kalmadı, bi kısmını konu komşuya dağıtmayı düşünüyorum :)

en son kendime kalan kumaştan jile diktim.

Likör
Reçel
Tentür
Sabun
Sac kremi
Bitkisel boyama
Tohumdan çeşitli bitkiler yetistirme

geçen hafta 80 küsür model bir pinarello toplayıp sattım. yaşasın klasik bisikletler^^

Balkonda domates üretiyorum. Geçmişte hep bir şeyler ürettiğim için alışığım. Çalıştığım yerde de bir şeyler üretiyorum sürekli.

Geçen hafta 650 lira çektikleri çerçeveyi 200 liraya kendim imal ettim. şimdi duvarımda ve bundan daha kaliteli olmazdı muhtemelen.

Master tezi yazıyorum. Bittiğinde üretmiş olucam umarım

yeni bilgisayara windows ve driverlar yükledim, mükemmele yakın hale getirdim. sayılır mı?

Irish stout bira.
vişne şarabı

kelimelikte degerli bir kelime urettim en son, oyunu beraberlige tasidim.

teraryum urettim. ciceklerimden dallar kirip yeni cicekler uretiyorum.

betondan sehpa, eski kemerden saksilik, sapkadan kus yemligi falan urettim.

en son iki tane makale yazdım yolladım,

2 tane janjanlı pasta altlığı yaptım 40*50 ebatlarında

20 küsür anaokulu öğrencisine ebru yapmayı öğrettim, birlikte ebru yaptık

uzak bi yerdeki sempozyumda sanal sunum yaptım

pahali oldugu icin iyi oldugu icin pahali. ehehe.

ne kadar kofte, o kadar ekmek.

Ben tam tersi sevmiyorum, X250'den tut 270 ve X1 Carbon'una kadar kullandım şirkette, bir tek X1 Carbon bana kalite hissini verebildi.

Kasalarını açmak gereksiz zor, yıl olmış 2018 hala 328429498 tane vida var.

İyi midir bilmem ama asla tipi hoşuma gitmiyor. Elitebook kullanıyorum, hatunda Fujitsu Lifebook var. İkisi de tip olarak döver tinkpedi.

valla sene basinda 6 senelik bir modelini 270 euroya aldim, ilginc bir sekilde muthis calisiyor alet, tam olarak aciklayamiyorum nedenini ben de...

hala canavar gibi çalışan lenovo satın almadan önceki ibm thinkpadler var. tipleri hakikaten kayık ama sağlamlık 10 numara.

Eski isimde kullaniyordum bence iyi degildi, sikinti yasiyordum ara ara.

çirkin ama sağlam ve kullanışlı. donanım uyumluluğu son raddede dolayısıyla aynı donanımda gözüken bilgisayarları bile performans açısından tokatıyolar. firmware'leri/driver'ları da ona göre itinayla yazılıyodur diye tahmin ediyorum.

şirketler bu sebeplerle para veriyo bu aletlere. ama ironiktir 2-3 sene içinde ıskartaya çıkarıyolar :)

bu yazıyı 2008 model bir x200s'ten yazıyorum :) bu yüzden bu kadar pahalı. 2008'den bu yana sahibini tek bir kez bile üzmemiş başka bir businessbook bulunamıyor. tek yaptığım 120gb ssd takmak.

en uzun zamandır bu konuda ilerleyen seri olduğu için. sana şöyle söyleyeyim. uluslarası uzay istasyonu iss'de bulunan tüm laptoplar thinkpad serisi.

blog.lenovo.com

yok, hiçbir zaman olmadı. hiç yalnız hissetmiyorum

var. karakter olarak duyurucuların bildiği üzere olabildiğince detay vermeye, kendini anlatmaya gayret eden biriyim. haliyle hayatımda yer edinen insanlar zaten genelde nasıl hissettiğimi, nasıl biri olduğumu bilir. ne hissettiğimi ve dediklerimi anlayabilecek, anlamasa bile anlamaya çalışabilecek ve yargılamayacak insanlar da var. birden fazla. bu konuda genellikle yapıldığını düşündüğüm bir hata var: çok özel, erişilmez bağlar kurmaya çalışıyoruz. beni çok iyi anladığını ve yargılamadığını düşündüğüm insanlar yakın arkadaşım bile sayılmaz aslında. bana çok anlatıyorsun vikvik diyorlar da anlatmazsanız, korkarsanız hiçbir zaman "her anlattığınızı anlayacak" birini bulamazsınız. yoldan geçene hayat hikayenizi anlatın demiyorum ama korkmayın. kendinizi ifade etmekten, anlatmaktan, tanıtmaktan çekinmeyin. sevmeyeceklerse en azından sizi olduğunuz şey yüzünden sevmesinler. şu yaşıma kadar böyle yaşamaya gayret ettim, bence gayet de iyi yaptım. anlatmazsanız anlamazlar. "anlatmak istemiyorum" derseniz sizin tercihiniz elbette ama anlaşılmak istiyorsanız anlatmak zorundasınız, denemek zorundasınız.

***

bir insan bence tamamen anlaşılamaz çünkü insan genelde kendini bile tam olarak anlayamıyor. zaten bence buna gerek de yok. birini anlamaya çalışmak, sınava çalışırken kitaptaki her kelimenin altını çizmeye benziyor. buna gerek yok. etkisiz, verimsiz, faydasız, şerefsiz. konuyla ilgili olarak mustafa topaloğlu'nun çok sevdiğim bir sözü var, kendimce düstur edindim,


"Wear it like an armor and it can never be used to hurt you."

Var. Her tür saçma şeyi söyleyebilirim, beni yargılamaz.

yok maalesef
hissediyorum
-onunla alakalı olabilir ama tamamen bi kişiye de bağlamıyorum.31 yıllık hayatımın sonucu.
-bu sorunun cevabı net olamaz, sonuçta başka hayatları yaşıyoruz, çok kolay bişey değil tamamen anlaşılmak.gerçi ben artık sonuçta hormanlar,kimyasal reaksiyonların yönlerdirdiği yaratıklarız diyip pek sallamıyorum da

Yok. anlayabilen, paylaştığım, anlayacağını tahmin ettiğim birileri olsa da bahsettiğin "tamamen"in içini doldurabilen kimse yok bu aralar.

Var, çok şükür.

Kisisel olmayan soruya kisisel cevabim anlasilmanin benim icin sevmek veya sevilmekten daha da onemli oldugu. Bir kisinin beni %100 anlamasini ya da %100 yargilamamasini beklemem, ben kendimi %100 anlamiyorum, kim beni %100 anlasin. Bir kisiden boyle bir sey beklemem ama bir durumda en az bir kisi tarafindan anlasilmayi beklerim. Anlasilmayi iletisimin temel yapitasi olarak goruyorum. Anlasilmadigim kisiler duvara konusuyormusum hissi veriyor. Anlasildiktan sonra yargilanabilirim; hic guzel bir his degil, olmasa daha da tercih sebebi ama yargilanmak daha katlanilabilir ve geri bildirimi olan bir sey. Anlasilmamak tam bir kabusun icinde olmak gibi. Boyle kabus gordugunde bagirmak istersin de sesin cikmaz ya, anlasilmamak oyle bir sey benim icin. "E ben kendimi yirtiyorum, beni neden duymuyorsun" hissi. Belirli bir miktar anlasilmadan karsindaki ile bir baglanti kurmak mumkun olmuyor.

Bir de bugun beni anlamayan yarin anlayabilir, bugun anlamayan yarin da anlayabilir. Ayni sekilde ben de onlari zamana bagli olarak anlayabilirim, anlamayabilirim. Bugun basima gelen kotu bir durumda neden agir tepki verdigimi anlamayan biri, aynisi basina gelince beni anlayabilir, uc gun sonra acisi gecince yeniden anlamayabilir. Ben kotu bir sey yapsam, bugun anlayis gosterebilir ama ayni kotu durum kendisine yapilinca anlamayabilir. Ruh esine inanmak gibi bir sey bence, her an her konuda her durumda anlasilmayi ve de ustune yargilanmamayi beklemek. Anlamanin kolay oldugu durumlar ve zamanlar da oluyor, anlamak icin aktif caba gerektiren durumlar da. Onemli olan da o gayreti gosterebilmek.

Kisisel olan soruya cevabim ise her seyimi rahat rahat anlayabilecek kisiler var ama her zaman onlara yigilmam, her zaman onlara yigilirsam o da yorulur. Ayni sekilde her zaman kendime yigilirsam ben de yorulurum. Bu dayanisma her sekilde lazim geliyor, hatta bazen senin kafanda bir fikir varken bile birinin kendini sana anlatmasi bile lazim geliyor. Bazen kendinin anlamadigini baskasi anliyor. Dunyada nerede durdugunu bilmek ve bu sosyal labirenti bir miktar da olsa cozumlemek onemli geliyor bana.

Birkac hafta once bir durum oldu ornegin, o kisilere anlattim ve duygularimi da paylastim, hatta bol bol sarildik ve karsilikli biraz aglastik da ama icim hala sis sis kaldi. E simdi ayni kisiye civatasi bozuk musluk suyu gibi tum duyguyu yigip biraksam, hem ona fenalik gelir, hem ben ona kiyamam. Dolayisiyla havuz problemi gibi sisen ici bir musluk acarak bosaltmak lazim gelir bana, onu da genelde bircok durumu anlayabilme potasiyeli gordugum kisiyle yaparim. Gelip Duyuru'ya duygu kusmuslugum da coktur mesela.

köpeğim var. başka sanmıyorum.

Öyle birisine ihtiyaç duymuyorum çünkü komplike, anlaşılması zor bir insan değilim.

var, kardeşim. psikolog zaten herif. yani her şeyimi anlamasa bile anlamak için çaba gösterir, yargılamaz çoğu zaman.

bir insan tamamen anlaşılabilir mi? kusura bakma ama çok boş ve soyut bir soru bu. insan kendisini bile tamamen tanıyamazken bir başkası onu nasıl her şeyiyle anlayabilir? ayrıca insan çok katmanlı ve çok yüzlü bir varlıktır. kimisi senin bir yanını anlayabilirken, bir diğeri o yanına hiç anlam veremez.

yok sen anlamadın ile pardon ben anlatamadım insanları denk gelir hep hayatta.

Vardı, farklı şehre taşındı. Yalnız kaldım amk.

Var kanka.

Yok.
Evet.

Edit: Bir tane var. Ama iletişimimiz yok artık.

Aha, en sevdiğim soru!

Var öyle bir kimse, birden fazla kimse var hatta. Anlamasa da yargılamaz, anlamaya çalışır. Bu çok güzel bir şey -ki buna rağmen ben her şeyi anlatan bir insan değilimdir.

Mühdeşem bir alıntı bırakıyorum buraya, bunun için iki tane tik isterim:

“Ormanda yolunu yitirmiş çocuklar gibi terk edilmişlik içerisindeyiz. Önümde durup bana baktığında, ne sen benim içimdeki acıları anlayabiliyorsun ne de ben seninkileri ve senin önünde kendimi yere atsam, ağlasam ve anlatsam bile, biri sana cehennemi sıcak ve korkunçtur diye anlattığında cehennem hakkında ne bilebilirsen benim hakkımda da ancak o kadarını bilebilirsin."

var ama evlendikten sonra onunla karşılaştık, yapacak bir şey yok. başta onunla tanışsaydım durum farklı olurdu.

Yok maalesef. Gerçi benim “en yakın arkadaşım” olarak adlandırdığım biri de yok. Yalnız hissetmiyorum.

Var ama çok farklı dünyalardayız.

var, ne yapsam, ne söylesem, ne etsem yargılamaz, beni bilir, anlar, içimi görür. 23 yıllık dostum olur kendisi. bu boyutta olmasa da beni yargılamayan ve anlayan başka yakın arkadaşlarımda var.

Var.

Yok, olmasına da gerek yok. Olsa iyi olurdu.

Var da ben hic yargilanmamayi sevmem. Yargilama ne icin var? Bazen yargilamak ve yargilanmak gerekir. Yargilanmayi iyilik olarak kabul ederim duruma gore. Yne duruma gore kendim de yargilarim.

bi tane var. ne söylersem söyleyeyim, ne yaparsam yapayım yargılamayacağından eminim. arkadaşım kendisi. ben onu yargılarım mesela ama o yapmaz biliyorum. hem anlıyor, anlamaya çalışıyor hem de ne zaman ihtiyacım olsa ne yapıp edip yanımda olacağını biliyorum. dünyanın en kötü en saçma şeyini de yapsam yine beni anlar. ben ona karşı o kadar değilim, ortak arkadaşlarımız bana zaafı olduğunu düşünüyor :P

Tam olarak olmasada anlaşılabildiğini görünce insan seviniyor
Anlayan insanlar olmayınca yalnız hissediyor insan ayrıca anlaşılmayı beklemek nafile değil

oha, ilk soruya var dediğim için diğer sorular elimde patladı. Hiçbirini cevaplayamıyorum.

ekstra soruyu cevaplayayım; bir insan tamamen anlaşılabilir, bunun için birkaç yeterliliğin üst üste gelmesi gerekiyor sadece. Olur yani, teknik olarak mümkündür.

Yok, yalnız hissettiğim dönemler oluyor.

kişinin çok zaman kendisini bile anlamlandıramadığı bunu ben mi yaptım dediği zamanların olduğu bir duygu,düşünce dünyasında sizi sizden başka anlayacak birisinin olması çok zor.

aman olsa ne olmasa ne ben kendimi anlayamadıktan sonra.

4 gündür arkadasimla ve bize eslik eden bir yayla köpegi ile yayla evinde kaliyorum. Tamamen saglikli ve taze ürünlere evde kahvalti :p öglen cikip gezmece, hava kararinca sobayi yak, gaz lambasini yak falan sonra raki iceriz herhalde :)

sabah denize gitmeyi, ardından bi yerde öğle yemeği yiyip, eve gelip tez yazmayı planlıyorum.

ha olacak olanı da söyleyeyim, sabah kalkamayıp denize gidemeyeceğim; öğleden sonra tv karşısında kahvaltı yapıp koltukta pinekleyeceğim.

at fava bekle /:

Sabah ormanda piknik. Öğlen çamaşır var atıştırmalık gider,.akşam yemeğine restoranlar kapalı pizzacı bakarız.

bi kız arkadaşımla alaçatıya gideceğiz. gerçi öğleden sonra olacağı için brunch gibi bişey olacak. sonrası için plan yok.

Uykuya yenilmezsem sabah çok erken kalkip denize inip yüzmeyi, sonra gelip güzel bi kahvalti yapmayi planliyorum. Sonrasi belli degil.

Kuzenin düğünü var muhtemelen sabahtan akşama koşturacam.

Nöbet :(

erkenden kahvaltı sonra deniz <3

sansliysam evde yatip uyuycam ve bir an once pazartesi gunu olmasini bekliycem. bi planim yok.

kahvalti evde, sonra da ev. ev ev ev.

son bir haftadır çılgınlar gibi çalıştığım için yarın evi toplayacağım, çamaşır yıkayacağım, akşam üstü de sahile iner 2 bira içer erkenden yatarım diye düşünüyorum.

Sabah erkenden kalkıp Türkbükü'ne gidecegim. Gece de dönüş için yola cikacagim.

24 saat boyunca nöbet :(

boğazda kahvaltı ardından polonezköye piknik

Evde kahvalti.oglen 2'de is basi gece 12'de paydos.mukemmel bi pazar :(

Gözlerime çayla ıslatılmış pamuk bırakıp saatlerce yatmayı planlıyorum.

aslında kardeşimin dogumgünü ve bir dogumgünü kahvaltısı hazırlamayı planlıyordum. evde hiçbir sey yok belki birazdan markete giderim. sonrası ev

Kahvaltıyı bisiklet üstünde yaptım (muz) günün z raporu 128 km 1650mt yükseklikle bisiklet.

iphone.

s9. CANAVAR.

Kesin olarak S9 alırdım. Huaweinin kamerası çok iyi diyorlar ama bana yapay geliyor renkleri. Ayrıca Huawei ile S9 arasında bizim anlayabilceğimiz şekilde fotoğraf kalitesi farkı yok. Ben note 8'den s9 plusa geçtim düşün. Baya baya menmunum. Düşük ışıkta inanılmaz performans kamerada. Bence samsung batarya olayına eğilmeli biraz.

iphone 8

note olsa neyse ama samsung'un s serisine de huawei'e de iphone kadar para vermem. aynı fiyatsa bir fanboy olarak ayfonu tercih ederim.

Aslinda ayfon en kotu secenek burada ama digerleri de o kadar iyi olmadigi icin ben ayfon derdim. Nedenine gelecek oluraak bir veya iki sene sonra daha iyi bir telefon ciktiginda(android) satip uzerine cok az bir miktar koyarak yeni telefon alabilmek icin. Yok al omur billah kullansa bence s9 da huawei de esit telefonlar hangisi icine sinerse onu al ikisi de pisman etmeZ

Ben iphone alırdım. Zaten halihazırda hem şahsi kullanımda hem de iş icabı apple ekosisteminin içinde olduğum ve gayette memnun olduğum için iphone ile devam ederdim. Ha telefonla ne yapıyorum diye sorarsan? Maillerimi, notlarımı, takvimimi takip edip düzenliyorum. Bilgisayarlarımdakilerle sürekli senkron olması çok iyi oluyor. Ebatları da gayet ergonomik, memnunum yani.

Kamerası en iyisi olsun, işte ne bileyim kablosuz şarj olmazsa olmaz, iki kamera vazgeçilmezim, oyunları hızlı olsun filan dert değil benim için.

p20 pro baya guzel makina , diğerleri de çok hoş ama sırf kamerası için p20 pro alırdım ben , bu fiyata bulsam şu an alırım hatta

24mp ön kamera 40mp arka kamera var :)

iPhone alırdım.

Apple ekosistemindeyim +1

Androidin kralının ömrü 2 bilemedin 3 yıl. Sonra takılıyor vb malum. Ayfon akar.

benden takla atmamı isteyen olmuştu...
scan miken dinlemeyeceksin, seninle sevişme lütfunu göstermiş bi de isteğini mi geri çevireceksin? bir sonrakine ezberle de git.

bilseydim ezberler giderdim hayır romantik şeyler de dinlemiyorum ki aklıma ilk gelen şarkı black hole sun oldu

niye sevisme lutfunu gosteren kadin oluyor?

show must go on deseydin,

"ismail yk - allah belanı versin" söyler geçerim.

Queen - You're My Best Friend

konuyla alakası var mı bilmiyorum ama mastürbasyondan sonra boşalmayı takiben aşırı derece müzik dinleme isteğim geliyor.

O sen olsan bari.d

Bende var yılan gibi alet. gözün kapalı al. 1000 lira ucuz ama kıllandım.

bende var. 200 euroya almistim euro 5 filanken.

bendeki biraz daha farkli
i7
hdd var ssd degil :( (olsun takilir)
4 gb ramdi ben 8 yaptim.

pil omru mu-az-zam, 4-5 saat gidiyor (ikinci el aldim ama cocuk yeni pil taktirmisti)

180 derece aciliyor olmasini seviyorum.
bir de mat ekran olmasi benim icin onemli, nerdeyse yok artik mat ekranli bilgisayar

alınır.

alinir da batarya suresi cok az. aslinda bendeki thinkpad x250 yi sana verelim?

i5 5300 2.9ghz
8gb ram
128gb ssd
hd 5500 intel integrated (olmasi lazim)
12.5 ekran
extra large 6cell battery (standart thinkpad bataryasi 3cell), rahat 5-6 saati deviriyorsun

ben, bunu sifir olarak aldim 2.5yil kadar once londra'dan. ortalama haftada birkac saatten fazla kullanmadim, bu yuzden hic format gormedi. ne donanimda ne de kozmatik olarak herhangi bir sikintisi yok. her seyi originaldir.

2bin lira istiyorum.

t430 var abisi. hala her isimi goruyor. x bence biraz kucuk ama sen bilirsin.

Link var mı

bir x200s birde x250'm var. aktif olarak x200s'i kullanıyorum. konfigürasyon senin yazdığının yarısının yarısı falan aslında ram hariç, ama hala canavar. al.

hocam bana da lazım bu. bu ürünün sıfırı vs satılmıyor sanırım.
thinkpad i sağlamlık için istiyorum.bir de fatura garanti mevzularından
dolayı sıfır gerekiyor bana.

for link: urun.gittigidiyor.com

not: ürün geldi.... harika.. pili gidik ama yeni pil çinden 250 tl ye gelıyor. windows 10 da kurdum buna. fıstık.

Bu güzel özellikler nasıl 1000 tl oluyor.Anlamadım bu işi. En az İ5 işlemcili, küçük,taşınabilir, internet sörfünde hızlı bir bilgisayar arıyordum. Alsam mı bunlardan bi tane?Bir bucuk kilo çok mu ağır olur? Bir de office kullanılsın yeter.

2013 yilinda piyasaya surulmus bir bilgisayar bu. hadi bir yil bayide bekledi diyelim en az 4 yasinda. bu yuzden bin lira.

eski ürün ama zamanının ötesinde olduğu için eskimiyor eskiyemiyor..

@irene: kesinlikle dediklerini ve hatta daha fazlasını kaldırır.

Zina 10 point domuz eti 6 point alkol 4 point.

kur'an'da her birinin kaç kere geçtiği tespit edilip puanlama yapılabilir. yapan da vardır mutlaka angelus gibi.

bununla ilgili bir hüküm varsa bilmiyorum, tamamen mantık yürüteceğim,

1. alkol: fazla tüketildiğinde insanın kontrolü yitirmesine neden olabiliyor. uzun vadede sağlığa zararı olabilir, hatta alkolik olursan direkt hem kendi hayatını hem başkalarının hayatını paramparça edebilirsin. o yüzden bence ilk sırada bu vardır. bir nevi "bunu yapan her boku yer" şeysi.

2. zina: müslüman değilim ama islami ahlak anlayışında evlilik, kadın-erkek ilişkileri vs. üzerinde büyük hassasiyet ve önemle durulan konular. nikahsız tuftuf o yüzden büyük günah bence.

3. domuz eti: bu da günah neticede evet ama diğerleri kadar ağır olmasa gerek. tavuktan, inekten tek farkı allah'ın "yemeyin" demiş olması - yani domuz eti yiyenin eşini kıskanmayacağını düşünen saykoları bir kenara bırakırsak, domuz eti yemek sadece domuz eti yemekle ilgili bir günahtır. öte yandan cinsel seks olsun, alkol kullanmak olsun vs. bunlar toplum geneline yayılabilecek günahlar. domuz eti ise tamamen bireysel, tamamen kişisel.

***

not: müslüman değilim, dediğim gibi bu günah listesini de herhangi bir şeye dayandırmıyorum. islami düşünce yapısına göre kendi mantığımca böyle uygun gördüm. ben günah yazacak olsam bu şekilde yapardım sıralamayı. 10 puanım varsa alkol 5, zina 4, domuz 1.

genel olarak islam'da büyük günahlar ve küçük günahlar olarak ikiye ayrılır ancak hangi günahlar hangi gruba aittir, bu çok net değildir. 72 büyük günah vardır ve bu üçü de o günahların içindedir. özetle bu üçü de aynı derecededir diyebiliriz.

bireysel müslümanlar için günah sıralaması alternatif keyifler bulabilmeyle orantılı. yoldan geçen bir insana öldürseniz domuz yediremezsiniz ancak bira içirebilirsiniz yeri gelirse zina yaptırabilirsiniz. ona göre domuz yemek en günahtır çünkü başka etler ile domuz yeme üzerindeki avantaj kapatılabilir.

@goodz; ben de bu yüzden soruyorum. doğrusu neyse öğrenmek için ama bir farklılık yok sanırım aralarında.

angelus tam katsayıları vermiş.

Angelus'un sıralama doğru aslında. Zina hep yasak, ölüme kadar cezası var. Domuz haram ama zorda kaldığında açlıktan ölmeye alternatif olarak yiyebiliyorsun. Alkol ise kurana farklı başlayıp, ilerleyen ayetlerde harama dönüşüyor. Tabii "göz yumduk abarttınız şeklinde harama dönme ile en büyük sınıfına da girmiş olmasın?" diye düşünebilirsiniz ama hala ölüm ya da fiziksel başka cezası yok hala alkolün o yüzden sıralama böyledir diye düşünüyorum.

haram demiş o kadar bunun yanında faiz de var o da haram ama önlerinde bir katsayı yok.

nawar'ın dediği doğru. zina yapınca taşlanarak ölüme kadar gidiyor. domuz ise açlıktan ölüceksen (ancak ölüceksen) hayatta kalıcak kadar yeme iznin var. alkol de diğerleri gibi kesinlikle yasaklanıyor ama sopa cezası var ve vücudundan temizlenene kadar ibadetten uzak kalman gerekiyor.

yani kabaca zina aralarından en ağır ve büyük olan yasak. hatta o kadar büyük ki "zinaya yaklaşmayın" ayeti var, o adımları dahi atmayın anlamında.

zina > domuz eti > alkol.
değerlendirme aynen angelus'un dediği gibi.

dalga geçtiğini düşünerek tik vermediğim @angelus'dan özür diliyorum o zaman.

72 büyük günahı ilk kez duydum mesela bugün.

benim bildiğim de en büyük günah "kul hakkı yemek". o hariç tüm günahların affı var. o yüzden diğerleri arasında büyük küçük ayrımı var mı merak ettim.

böyle başlıklarda @1adam'ı arıyor insan :P kendisiyle en çok tartışmaya girenlerden biriydim. ama aranıyor yine de nedense. okuyorsa selam...

en büyük günah şirk koşmaktır. yani, Allah'a ortak koşmaktır. bu bir siyasi lider olur, eş olur, çocuk olur, para olur, mal mülk olur. bunun affı yoktur. bir diğeri de kul hakkıdır, bunun da affı yoktur.

son yıllarda alkol benim için sıradanlaştı. hemen her gün içiyorum. içmediğim zamanlar da vaktim olmadığı içemiyorum. vaktim ve yeterli param olsa her gün içerim. ama bağımlı değilim :P

domuz eti > zina > alkol

çünkü domuz eti, sadece ölmek üzereyken ve sadece ölmeyecek kadar yeme ruhsatı verilmiş bir şey. ve sünnet gibi, islam'ın alameti farikalarından biri, yani kişinin müslüman olduğunun göstergelerinden biri. ama müslüman biri alkol alabilir, zina edebilir. bunlar da günahtır ama domuz eti yemek bunlara benzemez. zinaya ya da alkole meyletmeyle, alkol ve zinaya meyletme arasında fark vardır.

bu da benim kişisel görüşüm.

alkolü, sınırlarımı bilerek tüketiyorum. bugün gelen müşteri gibi duvara yumruk atıp elimi kırmıyorum, insanları da kırmıyorum, kimseyi de ezmiyorum. efendi gibi evimde içip uyuyorum.

kesin olarak söylüyorum aksini iddia edenle allah katında bile kapışırım.

en büyük günahtan aza doğru: zina>domuz eti>alkol

Domuz eti en buyuk gunah, sonra zina, sonra alkol :D sdjsajsd

İçkinin diğer günahlardan daha tehlikeli olduğunu gösteren bir sürü hadis var, ana temaları da şu "içki içen biri diğer günahları kolayca işleyebilir, içki diğer günahların anahtarıdır."

Yani ham sofi birini silah altında tutup "ya zina yapacak, ya domuz eti yiyecek, ya da içki içeceksin" diye tehdit ettiğinizde içlerinden ona en hafifi gibi olan içkiyi kolayca seçer.

Ama yeteri kadar içirdikten sonra zina da yaptırırsınız, domuz da yedirirsiniz, adam da öldürtürsünüz.

Bununla ilgili ya mevlanadan hikayeler vardı, ya da benzer hadis olması lazım. Bi aratmak lazım google'da.

zina ve alkol %10 exp kaybına yol açıyor. domuz eti yemek direk level düşürtüyor diye biliyorum. hepsini aynı anda yaparsan ban sebebi. gidip yeni çar açman lazım.

Şikayeti ederken ediyorsunuz da ifade vermeye niye gidemiyorsunuz? Gidin verin ifadenizi.

ifade vermeye gitmeyeceğim diye bir şey yazmıyor orada

şikayetini geri çekemezsin, kamu davası bu senin yaptığın şey de esasen şikayet değil ihbar. senin şikayetçi olup olmamanın etkisi yok yani. ifadeni verirsin, dava açılır, eğer sözlü olarak söylediyse o ifadeleri yani internette yazılı halde falan yoksa sen de haliyle tanık olarak mahkemede dinlenirsin. müdahil olma durumu yok zaten müdahil olmak istesen de kabul edilmez büyük ihtimalle.

1- şikayetinizi neden geri çekmek istiyorsunuz?
2- madem muhattap olmak istemiyorsunuz neden ihbarcı oluyorsunuz?
3- kimin terör örgütü sempatizanı/üyesi olup olmadığını bilmek sıradan vatandaşın görüşüne bırakılmamalı.
4- şikayetinizi geri alırsanız feto üyesi dediğiniz için soruşturma devam eder büyük ihtimalle.
5- çağrılabilirsiniz ama kesin değil tabi. Ifade için tebligat gelir. Girmezseniz 2. Sefere polisler sizi ifadeye vermeye götürürler.

1. Şikayet olsun olmasın bu suç resen soruşturulur. Senin şikayetin var mı sormaybilirler bile.
2. Müdahil olmak istemiyorsan seni müdahil yapmazlar bu olay dava açılırsa söz konusu olacak.
3. Değil. 1. de açıklamıştım.
4. Açılma olasılığı var .
5. Dava aşamasında ifadelere başvurulur.

Ayrıca soruşturma dosyasında adın geçer. Şüpheli senin ismini verdiğini öğrenir rahatlıkla .

bu gizlenmez yani. Sonradan nasıl öğreniyor bunlar avukatlara gizli değil mi demeyin ( başıma gelmişliği var , insanlar böyle sorular sorabiliyor )

"Zamanımı sarf etmek istemiyorum"

:)

Aklınıda bulunsun:

Suç Uydurma Suçunun Cezası (TCK m.271) ... İşlenmediğini bildiği bir suçu, yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar eden ya da işlenmeyen bir suçun delil veya emarelerini soruşturma yapılmasını sağlayacak biçimde uyduran kimseye üç yıla kadar hapis cezası verilir.

Bu konuma da düşebilirsiniz.

ifademi tüm ayrıntılarıyla verdim, vicdanım rahat suç uydurmadım iftira atmadım
olanı söyledim.

yalnız dikkatimi çeken
Soruşturmanın savcısı fetöden ihraç edilmiş sonra geri dönmüş bir savcı
ne işler dönüyor anlamadım amk

Hocam yanlış anlama da ben senin iftira atmadığına zerre inanmadım nedense. Sanki biriyle papaz olmuşsun da hazır ortada fetö mevzu varken “şuna bi iftira atsam en az 2 yıl yatar” diye düşünüp sallamışsın gibi düşünüyorum. Kendini rahatlatmaya çalışıyosun bi süredir çünkü konuyla alakalı...

26 jant bir dağ bisikleti olabilir. sağlam bisiklet alırsanız aluminyum gövdeli falan bisiklete bişey olmaz ama kendisi ileride değiştirmek isteyebilir(27 jant şehir bisikletleri, yol bisikletleri gibi)

ümit markasını hiç sevmem.

türkiyede güzel markalardan kron var salcano var.(türk malı)

bütçe ne kadar bilmiyorum, onu da yazarsanız iyi olur, ümit mümit bunlar adilikte nirvanaya ulaşmış markalar, sağa yatarsın direksiyonu kırıl eder.

maşallahı varmış arkadaşın, 1.50 çocuk 26 jant sürer gibi geldi bana da. güzel salcano kron sedona yörelerinden bişey alın bence. kadro boyu ufak olsun biraz, o sebeple çeşit olan düzgün bi bisikletçiye gitmenizi tavsiye ederim.

Yerinizde olsam yol bisikletine alıştırırım, yaş çok müsait.

kabuğunu soyuyorum. üzerindeki ince kabuk titanyum alaşımlı olmadığı için fıstığın kendine de geçiyor tuz. o da kesmiyorsa şuraya alalım.
www.acibadem.com.tr

5dk once yerken dusunuyordum bunu.

Kabuguyla gomuyorum :(

Yer fıstığı mı Antep fıstığı mı

ağzımın tadına göre. bazen tuzlu yemek istiyorum, o zaman kabuğuyla yiyorum. bazen tuz istemiyorum soyup yiyorum.

birazını soyup birazını üzerinde bırakarak yiyorum.

Kabuğu ile yemem kabız yapıyor

Soyarak yiyorum. Görsel çok açıklayıcı olmuş.

Soyarak yiyorum

kene değil, bi çeşit örümcek sırtı tam görünmüyor ama tehlikeli olduğunu sanmam

kene değil örümcek +1

doğaya salındı

Turlarımı evin tam 15 km uzağında bitiriyorum. Performans turu bittiğinde 15 km boyunca sakin sakin güle oynaya sürüyorum. Bu esnada sıkı sürüşte kullanmadığım kas gruplarını kullanarak diğer kasları mümkün mertebe dinlendiriyorum. Birde nabzımı düşük tutuyorum.

@Tears of Evil, nasıl kullanmadığınız kas gruplarını kullanıyorsunuz bisiklet üzerindeyken, anlamadım gerçekten.

Ben de dönüş yolunda -zaten yokuş aşağı olduğundan zorunlu olarak da- yoğunluğu çok azaltmış halde bitiriyorum sürüşü. Ama yorulmamış olsam da dönüş yolunda diz ağrılarım oluyor. Bunu esneme hareketi vs. yapmamaya bağladım ama başka bir sorun var sanırım.

günde 60-70km'lik turlar yaptigim oluyor, öncesi ve sonrasi hic isinma/soguma hareketi yapma geregi duymadim.

tur sonrasi diz agrisi yasiyorsaniz sebebi ya fazla yüklenmenizdir ya da yanlis vites kullanimi, yanlis kadro/sele boyudur.

Gibi evet, ancak umut sarıkaya'nın bir karikaturuyle yayginlasti ilgili sekilde arayarak görebilirsin.

Umut Sarıkaya'dan çok önce Oba/göçebe/yörük konulu yeşilçam filmlerinde duymuştum ilk olarak.

"anadolu kadını" anam gibi düşünebilirsiniz.

Umud sayesinde yaygınlaştı. Ama iç anadoluda kadınlık = anaçlık + ev içindeki hamaratlık + aklı salim olmak anlamına geliyor. Sadece anaya değil halaya teyzeye veya x kişisine de kadın diyebiliriz bu sebeple. Halanız çok güzel yemek yapıyorsa kadın halam denilebilir -gibi. Ama çemçük ağızlının bulduğu bir tabir değil.

Kadın kelimesi bazı şivelerde güzel, düzgün anlamlarına da geliyor. Kadınca "güzelce, düzgünce" vs.

bit.ly

Bence:

Predator 1 (1987)

Predator 2

Sonra diğer tarafı tanımak adına:

Aliens (1979)
Ardından kronolojik olarak diğer aliens filmleri

Bunlar da bittikten sonra işin daha eğlenceli kısmı için:

AvP (Bu zaten alien vs predator demek oluyor) (2004)
AvP Requiem (2007)

Bahsettiklerimin dışında predator filmleri de var; Predator 2010 gibi ama onları saymadım zira bence b.k gibiler.

İyi seyirler.

@skooma şimdi ski tuttuk, sen de başka bir şekil söyledin başkanım :D

Predator (1987)
Predator 2 (1990)
AVP: Alien vs. Predator (2004)
AVPR: Aliens vs Predator - Requiem (2007)
Predators (2010)
Prometheus (2012)
Alien (1979)
Aliens (1986)

diye gidecektim tam :D

edit: şimdi baktım bu sıra filmlerin geçtiği yılların sırasıymış, bu sırayla izlersem koca seri hiç olacakmış zaten...

Bence prometheus'u şimdi karıştırma. Zaten zorla bağlamışlar diyenler, paralel kurgu diyenler çok fazla. Ben de ilkine katılıyorum burada.

Predator'den sonra direkt AvP de izleyebilirsin. Problem yok aslında. Yani, bir arka plan bilgisi gerektiren bir şey yok. Ama, dediğim gibi, predator serisini izledikten sonra diğer tarafı da tanımak adına Aliens'a geçilebilir. Ayrıca, iki tür arasında (bilindiği kadarıyla) bir geçmiş yok ortada. O yüzden, son bahsettiğim AvP serisi tam keyiflik oluyor. Mortal Kombat hesabı.

Yoksa, dediğin sıralamada pek bir sıkıntı yok. Ama ben her türlü, prometheus'u sona bırakırdırm.

Predator (1987)
Predator 2 (1990)
AVP: Alien vs. Predator (2004)
AVPR: Aliens vs Predator - Requiem (2007)
Predators (2010)
Alien (1979)
Aliens (1986)
Prometheus (2012)

böyle mi yapayım o zaman?

Ben her iki tarafı da anlatan en azından birer film izlemek taraftarıyım AvP öncesinde ama bu sıralama da güzel bence. Hem Predator 1987 bence en güzelidir Predator serisi içinde.

Bu arada, Predator rulez!

Son not: AvP pc oyunu da vardı sanırım 2010 falan yapımı. O da fena değildi. Çıtır çerezlik, bakılabilir.

1'i izlesen yeter

Şu anda kullanmıyorum ama en son kullandığım dönem için yazayım.

1. İki günde bir.
2. Gidiş ve dönüş yaklaşık 30 km.
3. 15-20 km/h
4. Sahil boyunca ve şehir içinde bisiklet yolunda
5. Lastikler ve frenler önemli en çok. Oturduğum yerdeki bisikletçide.
6. O zaman kullanmıyordum ama şimdi olsa büyük ihtimalle kullanırım.
7. Bir kere düştüm sanırım. Bir kere arabaya çarpıyordum, bir kere de önüme çocuk çıkmıştı, çarpmadan durdum.
8. Dağ bisikletiydi. Amortisör konfor için çok önemli.

1 her gün / en azından günaşırı
2 standart günlük 40km, Turlarda uzuyor tabi
3 25 civarı
4 normal şehir trafiği
5 tamamen söküp büyük bakımını yılda bir, ayda bir de ufak bisikletçide sağına soluna bakma.
6 kask eldiven olmadan o iş olmaz
7 hayır
8 hibrid ince tekerli dağ bisikleti

1 geçen yıla kadar haftada 2-3 sürerdim
2 her sürüş min 30 km
3 ortalama hız 25-28
4 yeşilköy- hisar hattı sahil
5 yılda bir fatihte bulunan dadaş bisiklete bakıma götürür 200 lira falan veririm
6 bisiklet 2 bacağımın arasındayken kask mutlaka kafamdadır. eldivensiz sürmüşlüğüm yok
7 bir defa ambulansla hastane, ciddili kaza. kask kafamda 5 e bölündü. omuzda eklem ayrışması. hatanın büyüğü bendeydi. şimdi iyiyim.
8 mtb 29 kadro boyu. sadece kilitli ön maşa.

Bisiklet sürmek amacıyla değil ama bisikletile çalıştığım için sürüyorum. Günlük sağa sola gitmeleri saymadan

1) haftada 3 4 gün
2) 30-70 km arası çok değişken. 35 40 ı buluyorum genelde.
3) 17-19
4) şehiriçi
5) 3 4 haftada bir yağ temizleme yağlama, kendim yapıyorun.
6) çalışırken hep kullanuyorum, normal sağ sola gitmelerde hayır.
7) düştüğüm zamanlar oldu. En kötüsü geçen sene sağ köprücük kemiğimi kırdım, platin takıldı.
8) şu anki hybrid

1- Haftada üç kez çıkmaya çalışıyorum.
2- Hafta içi 30-40, hafta sonu 60-70 km.
3- 28-30 km/h civarı değişiyor.
4- Önceleri Beşiktaş-Sarıyer arasıydı, birkaç kez kaza tehlikesi atlattığımdan gidiş dönüş yarım saatime kıyıp Kadıköy-Bostancı yapıyorum.
5- Ayda bir sabunu süngeri elime alıp baştan aşağı (zincir ve ruble dahil) köpüklüyorum, siliyorum, sonra güzelce kurulayıp yağlıyor ve kaldırıyorum.
6- Kesinlikle evet!
7- Birkaç hasar kaydım var. Birinde yokuş aşağı viraj içinde yol ıslaktı son anda fark ettim, ön teker kaydı asfalta yapıştım. Birinde bisiklet yolunda hızlı gidiyordum 20 yaşlarında bir eleman sebepsizce önüme atladı, önce ona, sonra betona çarptım. En son kilitli pedala alışmaya çalışırken yana devrildim, yukarıdakilerin yanında komik sayılabilecek bir kazaydı ama kaza sonuçta o da.
8- Yol bisikleti ^^

1- İşten ayrıldım, her gün sürüyorum.
2- 900 irtifaya kadar 200-230 km, 901-1500 arası 130-140 km, 1500+ irtifada 90+ km sürüyorum.
3- irtifaya göre değişiyor. Minimum 22 maksimum 37 38 oluyor 150 km civarı sürüşler.
4- trakya
5- her gün basınçlı ve köpüklü suyla temizlik + yağlama.
6- bisiklet ve kask bir bütündür, bisiklet kasksız düşünülemez.
7- 2 kere yaşadım, birinde kask diğerinde refleksler kurtardı.
8- yol bisikleti.

Hadi ben kaçtım (;

edit: kimse yalancıyı s**meyince 400 km sürüyorum diyenler varmış... en uzun sürüşü 2016 senesinde 23 ortalamayla 288 olan adam gelmiş burda 400 dior amk. geçen de bisiklet kadrosunun fiyatını gerçeğinin 2 katını yazmıştı saufhdsag vallahi komiksin yav... bilmeyen vay lan adam ne güzel sürüyor der de yol bisikleti disiplinine dair zerre fikri olmayan adam burada minimum ortalamam 25, climber, endurance falan... ülke ortam gibi ortam oldu kuran çarpsın.

1. Haftanın her günü, en çok 400km
2. İşe gidip gelmem 25km, idman yaparsam en çok 300km, en az 50km
3. Minimum 25km/s
4. İstanbul, Marmara Bölgesinde gidilebilecek her yerde
5. On günde bir temizlik, gün içi kontrol, kendim yapıyorum çünkü mesleğim bu (Aktif Pedal Bisiklet Caddebostan Mağazasında çalışıyorum L)
6. Kask, eldiven, gözlük, ikaz lambaları güvenlik için şart, bunlar olmadan bisiklet sürmek aklınıza bile gelmesin
7. En son ufak kazamı yola atlayan dikkatsiz bir yayaya çarparak yaptım, herhangi bir şey olmadı bana ama karşı taraf yamuldu bayağı. Büyük kaza ise Şubat 2018 de bir arabanın kapı açması yüzünden oldu, hızım inişte 28km/s idi takla atim güvercinlere kardeş oldum.
8. Yol bisikleti (climber, endurance, all-rounder)

1. hafta ici her gun
2. gidis donus yaklasik 15 km
3. gidis tingir mingir (bayagi yokus yukari cikiyorum), donuste daha hizliyim ama yine de 10km/h'i gecmez herhalde.
4. sehir icinde.
5. okulun bisiklet tamirhanesi var oraya goturuyorum ayda bir.
6. Kullanmiyorum, evde yatiyor. Hava cok sicak.
7. Bir kere bisikletin ustunden uctum. Onumde otobus ani fren yapti kacamadim.
8. Hybrid. Giant Alight 2.

1. Hafta ici her gun ise gitmek icin. Hafta ici bir kac aksam ve haftasonlari spor icin.
2. Ise gidis gelis 22 km, hafta ici yol bisikleti ile 30-40 hafta sonu 50-70 arasi
3. Sehir bisikleti 18-20, yol bisikleti 30-32
4. her yer bisiklet yolu
5. Sehir bisikleti icin senede bir kac kez zincir ve govde temizligi. Yol bisikleti ile yazin ayda bir kisin 4-5 kullanimda bir govde/zincir temizligi ve yaglama.
6. Sehir bisikleti ile hayir, yol bisikleti ile evet.
7. Birden fazla
8. Sehir ve yol bisikleti.

froome un temiz olduğuna kesinlikle inanmıyorum/inanmak istemiyorum. benim bisiklet zevkimin içine eden bir insan açıkçası kendisi. onun yüzünden tdf 2018 izlememeyi düşünüyorum ki senelerdir zevkle izlediğim tek spor aktivitesidir tdf.

frensızlar eskiden de lazımlıklarını pencereden aşağı döker, yılda 1 defa da kirlerini kazıtırdı, çok acayip bişey değil yani.

yapmayan yok ki yakalanmayan var.

Bisiklet aslında düşündüğünüz veya hayal ettiğiniz kadar temiz bir spor dalı değil ne yazıkki. İşin içinde haddinden çok diplomasi mevcut. Birden fazla performans artırıcı madde var, aşağı yukarı her takım başka madde kullanıyor. Testler işin içine girince de diplomasi giriyor devreye... Yani aslında her takım performans artırıcı madde kullanıyor. Daha bu sene yurt dışına gönderdiğimiz milli sporcularımızdan birini kısa süre sonra karaciğer testlerinde çıkması muhtemelen performans artırıcı madde yüzünden geri yolladılar.

Froome’da yıllardır bu işin içinde, pro pelotonun gözde sporcularından. Ülkeler arası diplomasiyi ortadan kaldırsalar pelotonda sporcu kalmayacak. Tabi bu noktada uci’daki dinozorların koltuk sevdası da hayli etken.

kesinlikle olay lobiciliğe döndü. ingiltere fransa kendi kafasına göre takılıyor.

Ipad, neden aldığımı 4 sene oldu hala anlayamıyorum.

kulaklık.

Ukulele
Xbox 360
Sulu boya seti
Kaykay

Say say bitmez. Hepsi anlık hevesler.

Raket ve tenis topları. Sadece 1 ay kullandım onda da kursa gittiğimden. Sonrasinda zaman mekan ve benim uygunsuzluğumdan kaldı kenarda.

Sadece giysi ve ayakkabida oluyor bende bu durum.bi hevesle alip sonradan oha bunun onu cok acik, nerede giyicem ben bunu veya hangi kafayla almisim hic benim tarzima gore degil diye giymedigim elbiseler,bluzlar mevcut maalesef.alip giymedigim 4-5 tane topuklu ayakkabi var, halbuki hayatimda sadece 2 defa topuklu ayakkabi giydim, nasil bi gazla almissam bilemiyorum. etiketleri bile ustunde duruyor :(

İp. Bildiğin ip atlamak için ip aldım ama bir kere bile kullanmadım.

takı. kolye, yüzük, bileklik her gittiğim yerden alırım ama ilk hevesle birkaç kez kullandıktan sonra unutuyorum takmayı.

dumbell seti

Kati meyve sikacagi
65+10lt deuter dagci cantasi
35lt trekking cantasi
Kaz tuyu uyku tulumu
Celik termos
Goretex tozluk
Mikro dalga firin
Kisa kollu Columbia gomlek (rengi hicbir seyle gitmiyor)
Yagli boya resim malzemeleri.
Zara'dan aldigim gay pantolonlari
Beyaz tisort/sweetler
Dagci kaski

Tamir için alet edevat çok alıyorum. Zaten elimde olan birşeyin daha kalitelisi ya da daha büyük bir takımı diye alıp hiç kullanmadığım çok vardır. 2 takım lokma setim vardı, 1 takım daha yeni aldım, izeltaş indirime girmiş alayım lan dedim.
Duvar boyama makinesi, 1 kere kullandım sadece. Aldıktan sonra defalarca duvar boyadım ama bu aleti kullanmak istemiyorum, ortalık berbat oluyor.
Hızar aldım. Büyükşehirde yaşayan köye kasabaya gitmeyen bir insan niye hızar alırki.
Hayatımda hiç motorum olmadığı, hatta motor kullanmayı bile bilmememe rağmen motorcular için özel kot pantolonlardan aldım hiç giymedim.

alıp da doğru düzgün sergileyemediğim aksiyon figürlerim, biblolarım, prop'larım, süvenirlerim var. zaten kullanılacak bir şey değiller de, alım amaçlarına uyduramadığım için sayılırlar bence. yerim yokken bu kadar çok almam gereksiz, eved.

Aksiyon kamerası.
aksiyona giremediğimiz için bir numarasını göremedik.

yılda en fazla 5 kez giyerim. 20’ye yakın takım elbise almışım

printer. 6 ay oldu daha 1 kere kullandım, o da ilk aldığım gün denemek için. niye aldım hala bilmiyorum. belki bir gün lazım olur.

kulak içi kulaklık: iphone'un kulaklığını kullanıyorum, bu hala kutusunda duruyor. rengine uyuz oldum, değiştirmedim de kaldı öyle.

katı meyve sıkacağı: bu zaten herkesin düştüğü bir hata. aldığım güne lanet olsun.

bansuri: hindistan'dan online aldım, ses çıkarmak dışında çalamadım. bozuk lan bu diyip attım bir kenara en sonunda.

Eşya değil gerçi ama spor salonu üyeliği. Dolayısıyla salonda giyerim diye aldığım giysiler.

gitar icin Pratik yapma aleti.
boks eldiveni

Tost makinesi; sebze tostu yaparım diye almıştım ilk denememde her yere suları aktı sonra paketleyip kaldırdım bir kenara lazım olur diye tutuyorum öyle.

playstation ve fritöz

Alıp da kullanmadığım birşey yok (meyve sıkacağı dahil), kullanmazsam satıyorum zaten. Siz de satın ya da ihtiyacı olana verin, niye tutuyorsunuz ki?

2012 senesinde yurt dışından sıfır 57 beden look 566 (bisiklet) almıştım, hala evin bodrumunda duruyor. satmaya da binmeye de kıyamıyorum. 2 3 sene önce tenis raketi aldım, daha siftahı yok. bilardo masası almıştım, 2 3 kere kullandım 1 2 ay önce satamadığım için kırıp attım. daha çok var.

Keman.

bizim sıvaslınınki dövme çıktı sonradan. orjinal cindy ise o ben ile meşhur oldu sayılır. o yüzden aldırmıyordur.

Ben fetişi olan insanlar var. Baktığın zaman millet kocaman, aşırı çirkin pirsing takıyor oraya.

Bir de alınamayan benler var diye biliyorum çok da şey yapmayayım da.

www.google.com.tr

Neler araştırtıyorsunuz bana ya.

Size göre vahim. Bence aldırmasın, gerçi kendi yaptırmış diyorlar ama guzel bence.

Beauty Mark diyorlar. Eskiden modaymış.

Ben yüzdeki benleri çok seviyorum şahsen kendimde olsa ne düşünürdüm bilmiyorum ama Scarlett johansson goo.gl ve Natalie portmanın goo.gl Eva mendesin goo.gl yüzündeki benler güzelliklerine güzellik katıyor bence.

www.therobotsvoice.com Bak böyle de bi liste varmış benim gibi ben severler için :D

Valla ben de yüze beni yakıştıranlardanım,konudan bağımsız

Bence çok yakışıyor ona.
Kadın taş zaten... bayılıyorum

Sen sevmiyorsun diye hepiniz benlerimizi aldıralım ve durum vahim olmasın. Önceden bilseydik yapardık pardon.

ben bi firmadan "evde unuttum sonra getireyim" diyerek kaçtım :) peşime de düşmediler.

Hocam %5-10 komisyonla paraya çeviren yerler var, bazı bakkallarda vs. görüyorum böyle A4'ler.

Öyle bir yer bulamazsanız da mecbur buzluğu ve zeytinyağını/bakliyatı/makarnayı vs. dolduracaksınız.

Bizde de istiyorlar, ama kart tekrar kullanılabiliyor. Yerine personel girince ona veriyorlar.

Ben de çıkarken teslim etmedim. İçindekileri bitirince orda çalışan bir arkadaşla ilettim.

Bu ay ben de işi bıraktım, iki ayrı yemek kartım vardı ikisi de yüklenmiş. Çatır çutur yiycem.

teslim almak istiyorlarsa ve vermezseniz kartı sonra iptal ederler, paranız yanar. 2 günde bi şekilde harcayın.

bazı büfeler ufak komisyonla alkol de satıyorlar, 2 -3 şişe bişe alsanız biter zaten :)

Kıyma alıp buzluğa koyun...

Bazı mağazalarda gıda dışında kullanılıyor. Bursa da Çetinkaya mağazası mesela. Bulunduğunuz şehir de mutlaka vardır bu tarz mağazalar.yoksada kasap ve markette biter zaten.bol bol deterjan ve difrizde muhafaza edebilecegin gıdalara yönel.

icinde param var, su an teslim edemem.

* Çöp kutusu ve poşeti

Masa örtüsüne etek, bol bol tükenmez kalem, standı ziyaret edenlerin kartvizitlerini muhakkak alın bi de Excel de tablo yapın kartı olmayanların iletişim bilgilerini yazmak için. Broşürleri koymak için logolu çanta (kağıt olsa şık olur) ikramlık demişsiniz zaten ama masaya şekerlikte şeker de koymak güzel oluyor.

tuvalet kağıdı, kağıt havlu ve peçete, ıslak mendil ve kolonya da olabilir

@teknikekip nasıl unttum
@naksidil şeker ya da çikolata harika fikir
@Northern Mariner peçete kolonya aklıma gelmemişti
parlak zekalarınızla beni sevindirdiniz yine :)

Biz bi büyük boy deftere kartvizitleri zımbalayıp yanına ne konuşuldu ne iş yapar notlar almıştık. Fuar sonrası herşey birbirine giriyor. Kartviziti olmayanların iletişim bilgilerini de oraya yazarsınız.

Üçlü priz.

Kurumsal fuar materyalleri olarak:
- Masa üstü bayrak
- Roll up veya örümcek stant
- Takip formları( görüşülen kişi bilgilerinin yazılacağı hazır formatlı(isim mail, ilgilenilen ürün vb) çıktılar
Varsa numune ürünler
- şirkete ait kurumsal bir reklam filmi ya da amatör de olsa şirket fotoğrafları ve videolarını göstermek için laptop
- şirket logolu kalem (her milletten insan bedava malı seviyor) kalanları da son gün dağıtırsınız..

Avizeyi alıp gidiyorsun.

Prezervatif satan dükkanlar nasıl ki çıkarıp bize saplamıyorsa avizeciler de öyle. Sadece satıyorlar. Usta da önerceklerini sanmıyorum. Ustalara güven olmaz bu devirde, esnaf bu sorumluluğu almak istemez.

ben aldığımda takmışlardı.

Elinize alıp gidebileceğiniz boyutta, 200-300 liralık bir avize alırsanız tabiki hizmet vermezler. Ücreti ile hizmet satın alabilirsiniz belki, sormanız lazım.

Ama zaten 3-5 bin lira verip devasa bir avize aldıysanız onu yerinde kurup teslim ederler.

katlanabilir bisiklet

dahon mariner d8

st2.myideasoft.com

Ortalama bir model&fiyat oneriniz var midir? Fiyat araligi çok geniş. 900tl’ye de var 4000’de. Kullanim amaci hobi amacli. Sahilde kullanmalik, ulasimdan ziyade. Bisikletin modeli tam benlik.

buradan acemi nickli arkadaşa mesaj at, o çok süründü bu tür küçük tekerli katlanır ama dandik olan bisikletlerle. o sana tecrübelerini aktarır.

bu arada eğer bu küçük katlanır bisikletlerden alacaksan dünyada en iyi ikinci marka dahon. türkiyede de bulunuyor.

mesela öte yandan, bisikletin tekerlek boyutu ve kullanımı açısından, bana beleş verseler ben alıp süremem bu ufak bisikletleri, çevir çevir gitmeyen bir yapısı var.

genç arkadaşlar bilmez ama bizim çocukluğumuzda balkan ve pinokyo bisikletler vardı oradan tecrübeliyim ben.

26 jant dağ bisikletleri çıktığında uçmayı öğrenmiş gibi olduk, hele hele 27ler 28 ler gelince çok daha farklı oldu.

özetle eğer illa küçük katlanır istiyorsan ulaşabileceğin en iyi marka dahon.

yok katlanmasa da olur güzel güzel gitsin diyorsan, mosso'nun 26inç tekerlekli katlanır bisikletleri var.

urun.n11.com

abi benim bisiklet gitmesin 2 pedal atayım uçsun diyorsan 27 28 jantlara bakmanın öneririm, şehir bisikleti olabilir, yol bisikleti olabilir.

eski sedona 420 yeni dahon kullanıcısı olarak bence attan inip eşşeğe binmekten farkı yok. güzel bisiklet kaliteli bisiklet o ayrı. teker boyu (ki katlanırların hemen hepsi küçük ebatlı) ve gövde ağırlığı performansı etkiliyor. ama öyle hobi amaçlı keyif alırsanız yeterli tatmini sağlar. dahon ve tern konusunda baş markalar. onun dışında bütçenize göre bianchi carraro veya decathlon modellerine bakabilirsiniz. ikinci elleri de araştırın derim. ikinci el dahon birinci el decatlondan iyidir bence.

Bisikletler hakkında bilgim 0 öyle diyim. Şunu gözüme kestirdim sırf dış görünüş yüzünden. Zaten bi beklentim yok pedalı çevireyim o da gitsin. Yokuşla mokusla da isim olmaz, düz sahil yolunda kullanacağım. Minik olsun benim olsun.

www.atekbisiklet.com

beğendiysen al zaten bilgin olmadığı için bozulduğunda biyerlere götürüp yaptıracaksın, o yüzden çok da bişey farketmiyor.

Yukarıda dahon ve tern hakkında yazılanlara katılıyorum. Bromton bu işin Rolls Royce'u. Dahon ve tern ise Mercedes ve BMW'si.

Biz eşimle uzun yıllardır tern link c7 kullanıyoruz. Tabii her gün değil, bahar ve yaz aylarında keyif için kullanılıyor. Kısa ve düz mesafelerde ulaşım ihtiyacı için alınabilir ama söylendiği gibi çok yoruyor insanı.

Keyif için kısa süreler kullanacaksanız pahalı markalara çok para vermeyin, Bianchi ya da btwin alın derim. Ama para problem değilse yine söylendiği gibi iyi markaların ikinci elini alın. Katlanır olmak zorunda değilse katlanır almayın.

Biz sürekli bagajda taşıyabilmek, salonda sağlayabilmek için katlanır aldık örneğin.

@zannedersem... direk o bisikleti yazmaya gelmiştim. Ama atek bisikletten almayın. 1350 liraya dert almış olursunuz.

Bal porsuğu. Mirket de olabilir.

Lupin öyle bir şey demiyor yalnız kitapta :/
Ayrıca Tonks’unki de Lupin’inkine benzemişti.

Ben sanırım kırlangıç ya da flamingo olsun isterdim :D

zürafa olsun benimki. çünkü kısa boyluyum,ters köşe yapmış olurum :)

Penguen ya da ördek olsun isterim.

@helena, evet diyor:

Harry had a sudden vision of himself crouching behind a Hagrid-sized figure holding a large club. Professor Lupin continued, ‘The Patronus is a kind of positive force, a projection of the very things that the Dementor feeds upon – hope, happiness, the desire to survive – but it cannot feel despair, as real humans can, so the Dementors can’t hurt it. But I must warn you, Harry, that the Charm might be too advanced for you. Many qualified wizards have difficulty with it.’

‘What does a Patronus look like?’ said Harry curiously.
‘Each one is unique to the wizard who conjures it.’
‘And how do you conjure it?’
‘With an incantation, which will work only if you are concentrating, with all your might, on a single, very happy memory.’ Harry cast about for a happy memory.

Her büyücünün patronus büyüsü kendisine özgü. Umbridge ve McGonagall da kedi üretiyorlar ama aynı kedi olmuyor sonuçta. McGonagall'ın büyüsü tekir üretiyordu mesela ama Umbridge İran kedisi üretiyordu.

çıngıraklı yılan.

bunun resmi pottermore sitesinde testi var. çözünce benimki siyah-beyaz kedi çıkmıştı.

Kelebek

kırmızı panda

kedi. norveç orman ya da iricene erkek sokak tekiri olabilir.

ejderha ya da anka olmak isterdim fakat olağanüstü bir kişilik olmadığımdan çok da olası olmazdı. o yüzden tercihimi arı kuşundan yana kullanıyorum.

en sevdiğim hayvan ayı.Bi hayvan olsam boz ayı olmak isterdim. Patronusumun da bir boz ayı olmasını isterdim herhalde. Ayı <3

@konusma ben konusuyorum

Evet herkesin kendine özgü de türkçe olarak yazdığın kısım sanki “kimseninki asla aynı olamaz” gibi bir hava uyandırdı ondan şeyettim :)